26 Mayıs 2016 Perşembe

Giriş

Giriş

Pasif kelimesinin sözlük anlamı, "bir şeye karşı tepki göstermeyen, etkinliği olmayan, durgun, çekingen"dir. "Pasif bir insan" dediğimizde yapı olarak şevksiz, çevresindeki olaylarla ilgisiz, insanların sıkıntıları ve sorunları ile ilgilenmeyen, etrafındaki aksaklıklara çözüm arayışı içinde olmayan, kendi içine kapalı, kendi küçük dünyasında yaşayan bir insan modeli akla gelmektedir. Bu kitapta, söz konusu durağan yapıyı kasten sergileyerek bu çirkin modeli sinsice Müslümanlar arasında yaşatmaya çalışan insan karakterini anlatacağız. Bu insan modelini "pasifist" yani "pasifizmi savunan" olarak ele alacağız.
Müslümanlar arasında bulunan bazı insanlar iman edenlerin imani şevk ve heyecanlarına uymayan bir hal içinde olabilirler. Bu kişiler Müslümanların yaşadığı yüksek iman heyecanını içlerinde yaşamaz, onların mutluluk ve huzurundan uzak, soğuk ve donuk bir hayat sürerler. Bu kişiler, Allah'ın büyüklüğünü kavrama, Kuran ahlakını benimseme isteğinde olmadıklarından, din ahlakının yaşanması ve anlatılması amacıyla yapılan her türlü girişimde hep geride kalan, olanları uzaktan izlemekle yetinen bir görüntü sergilerler. Ne yaşantılarında ne de iman anlayışlarında canlı, akılcı ve sağlıklı bir yaklaşımları yoktur. 
Sevgi, yakınlık, samimiyet, dostluk, kardeşlik, sadakat, vefa, bağlılık gibi Allah'ın razı olacağını bildirdiği Müslümanların üstün ahlak özelliklerinden yoksundurlar. Bu kişiler kasten uyguladıkları pasiflikleri, cansız, şevksiz ve donuk kişilikleriyle etraflarındaki insanlara negatif elektrik yayan, soğuk, duyarsız, son derece resmi ve yakınlık kurulması imkansız; hepsinden önemlisi de Allah korkuları olmayan, hain karakterli insanlardır. Allah Kuran'da,"Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: "Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım" der." (Nisa Suresi, 72) ayetiyle Müslümanlara bu karakterdeki insanların kişiliklerini haber verir.
Allah Kuran'da yer alan daha birçok ayetle, Müslümanların Kuran ahlakını tebliğ etmedeki şevklerini ve hızlarını, ağır davranarak kırmaya çalışan bu yapıdaki insanları bizlere tanıtır. Onların bu sinsi sakinliklerinin ve ağırlıklarının altında yatan gerçek niyetlerini, gizli planlarını anlamamızı sağlayan son derece önemli bilgiler verir.
Müslümanları pasifize etmeyi amaçlayan bu insanlar, müminlerle birlikte yaşayan, iman ettiğini söyleyen ancak münafıkane tavırlar gösteren veya kalplerinde hastalık olan insanlar olabilir. Veya henüz imanı tam olarak kavrayamamış, Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen zayıf imanlı kimseler olabilir. Bu insanlar, müminlerin arasında olmalarına rağmen din ahlakını anlamakta ve yaşamakta çekimser, gevşek davranır, diğer müminlerin de kendileri gibi olmalarını isterler. Bunların yanı sıra, cahiliye ahlakını yaşayan veya inkar edenler arasında da Müslümanların güçlerini zayıflatmak, şevklerini ve heyecanlarını kırmak isteyen kimseler olabilir ve bu insanlar da müminleri engelleyebilmek için vargüçleriyle çalışırlar. Tüm bu kişiler, müminleri pasifize etmek için açıkça faaliyette bulunabilecekleri gibi, sinsi ve gizli yöntemler de kullanabilirler. Örneğin, münafıklar ve kalplerinde hastalık olan kimseler, inkar edenlerle işbirliği yaparak kendilerince müminlerin aleyhlerine açıkça tuzaklar kurabilirler. Böylece, iman edenlerin zarara uğramasını hedeflerler. Bununla birlikte, verdikleri sinsi telkinler, olumsuz konuşmalar ve davranışlarıyla da iman edenleri pasifize etmeye çalışabilirler.
Öte yandan bu insanların hemen hepsinin ortak olan bazı yönleri vardır. Bu alametlerin, iman edenlerin arasında bulunsalar da onlardan uzakta olsalar da söz konusu insanların üzerinde oluşması kaçınılmazdır. Akıl zayıflığı, ferasetsizlik, tembellik, korkaklık, hainlik, sinsilik, mal hırsı, olumsuzluk, sevgisizlik, kibir, kıskançlık gibi -samimi müminlerde Allah'ın izni ile asla rastlanmayan- bazı temel özellikler, bu kimseler üzerinde yoğun olarak görülür. Bu ortak özellikler, farklı çevreler içinde veya aynı ortamlarda dahi olsalar bu kişilerin, gerektiğinde müminler aleyhinde ittifak edebilmelerine neden olur.
Bu nedenle kitap boyunca, ağırlıklı olarak Müslümanların arasında yaşayan ve onları pasifliğe sürüklemeye çalışan kişilerin kullandıkları gizli ve açık yöntemler incelenirken, bir yandan da bu kimselerle ittifak etme potansiyeline sahip inkarcıların özellikleri ele alınacaktır. Böylece iman edenleri pasifize etmek gayreti içinde olan tüm karakter tipleri deşifre edilecektir. Müslümanlara düşen görevin, din içinde pasif ve şevksiz bir Müslüman modeli oluşturmak isteyen bu kötü niyetli insanlara karşı,  Kuran ayetlerinde belirtilen fikri mücadeleyi yürütmek ve onların diğer insanları da pasifliğe yöneltmelerine engel olmak olduğu açıklanacaktır.

Müslümanların arasında yaşayan pasifist insanların amaçları nelerdir?

Müslümanların arasında yaşayan pasifist insanların amaçları nelerdir?

Pasifizmin en önemli risklerinden biri, bu zihniyeti savunan insanların Müslümanlar arasında geliştirmeye çalıştıkları yapıdır. Kendi menfaatlerini ve rahatlarını, dinin menfaatinden ve Müslümanlardan önde tutan kişilerin en dikkat edilmesi gereken yönlerinden biri de, tutum ve davranışları ile diğer insanlara özellikle de zayıf karakterli olan kimselere gizliden gizliye vermeye çalıştıkları mesajdır. Bu mesajın ne anlama geldiğini anlayabilmek için, pasifizmi savunan insanların karakterlerini ve zihniyetlerini iyi tahlil etmek gerekir. Zira bu insanlar çoğu zaman, Allah'ın adını kullanabilmekte, davranışlarını sözde dindar olduklarını öne sürerek açıklayabileceklerini sanmaktadırlar. Dolayısıyla Müslümanların bu konuda dikkatlerinin çok açık olması, pasifist insanların verdikleri telkinlerin nelere mal olabileceğini iyi teşhis ederek, gerekli tedbirleri almaları son derece önemlidir. Benzer ahlaktaki insanlar Peygamber Efendimiz (sav) döneminde de yaşamış ve kendileri müminlerle birlikte savaşmaktan kaçtıkları gibi, diğer Müslümanları da mücadeleden alıkoymak için faaliyet göstermişlerdir. Bu insanların durumunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:
Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri bilir. Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler. (Ahzab Suresi, 18)
Kuran'da pek çok ayette tarif edilen bu karakterin en belirgin özelliği, inkarcı ideolojilere karşı yürütülen fikri mücadeleden olabildiğince kaçmak ve diğer müminleri de böyle bir mücadele içinde olmaktan alıkoymaktır. Bu kişiler hem tavırlarıyla hem de konuşmalarıyla, fikri mücadelenin önemini hafifletmeye, müminlerin dikkatini başka yerlere yoğunlaştırmaya gayret ederler. Fikri mücadelenin içinde yer almaktansa, geride kalmayı tercih ederler. Şevk ve heyecanın, Allah yolunda çaba sarf etmenin kendilerini kayba uğratacağını öne sürerler. Ancak kayba uğramayacaklarını düşünürlerse, müminlere katılabilirler. Oysa iman edenlerin, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, din ahlakından uzak kimselerin fikir sistemlerine karşı; onları doğru yola davet etmek, savundukları sapkın ideolojileri fikren mağlup etmek için yürüttükleri mücadele, tarihi bir mücadeledir. Kuran'da bildirilen peygamber kıssalarında da bu fikri mücadelenin örnekleri görülmektedir.
Allah'ın varlığına ve birliğine iman eden, ahirette hesaba çekileceğinin bilincinde olan, Kuran ahlakını bilen insanların diğer insanlara da bu gerçekleri anlatmaları kuşkusuz çok büyük bir sorumluluktur. İnsanların bir kısmı bilgisizlik, bir kısmı da yanlış bilgilendirme nedeniyle Kuran ahlakını yaşamamaktadır. Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmaması ise, günümüzde insanlara büyük sıkıntı veren yolsuzlukların, ahlaksızlıkların, çatışmaların, yoklukların temelinde yer alan asıl unsurdur. Öte yandan, dünyanın pek çok yerinde Müslümanlar da büyük sıkıntı ve sorunlarla karşı karşıyadırlar. Müslüman kadınlar ve erkekler       "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için zulme uğratılmakta, masum çocuklar kurşunların hedefi olmakta, mülteci kamplarında binlerce Müslüman yokluk içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu manzara karşısında, yapılması gereken elbette yalnızca Müslümanlara değil, ihtiyaç içinde olan tüm insanlara aciliyetle yardım eli uzatmaktır. Üstelik, bu mazlum insanların sorunlarına geçici değil kalıcı çözümler üretilmesi de şarttır. Sorunun din dışı ideolojilerin telkinlerinden ve uygulamalarından kaynaklandığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, çözümün de Kuran ahlakının mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yayılması olduğu açıkça görülmektedir. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Hal böyleyken, pasiflik taraftarı kişilerin, Müslümanları atıl bir yapı içine itmeye çalışmaları, onları son derece önemli olan bu fikri mücadeleden geri tutmak istemeleri, zayıf imanlı kimselere de mücadelenin gereksiz olduğu yanılgısını telkin etmeleri çok ciddi bir durumdur. İşte tüm bu nedenlerden dolayı bu kişilerin söz konusu amaçlarına ulaşmak için izledikleri yolların, gizli ve açık uyguladıkları yöntemlerin bilinmesi ve deşifre edilmesi gereklidir. Bu kişilerin sahte telkinlerine, ağırlıklarına ve tembelliklerine karşı alınacak tedbir ise, müminlerin kendilerini ve mümin kardeşlerini teşvik edici bir tavır içinde olmaları, azimle, şevkle ve aşkla çalışmalarına devam etmeleridir. "Müminleri hazırlayıp teşvik etmek" (Nisa Suresi, 84) hem her Müslümanın sorumluluğudur, hem de söz konusu kişilerin fitnelerine karşı en önemli engellerden biri olacaktır.
İlerleyen satırlarda din ahlakında çekimser davranan, pasif kalmayı tercih eden bu insanların asıl amaçlarını inceleyeceğiz.

Sapkın Din Anlayışlarını Yaymak İsterler

Müminlerin arasında onları pasifizme sürüklemeye çalışan kişilerin aslında gerçek Kuran ahlakından tamamen uzak, son derece çarpık bir din anlayışları vardır. Bu anlayışlarının en belirgin özelliklerinden biri ise, dinin bir kısmını yaşayıp bir kısmını yaşamamaları ve aslında, "İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucu ile ibadet eder..." (Hac Suresi, 11) ayetinde buyurulduğu gibi, tam anlamı ile iman etmemeleridir. Dolayısıyla gerçek anlamda dinin tüm hükümlerini yaşamazlar.
Samimi Müslümanların ise hayatlarının her anı Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibidir. Yeme ve içmelerinden temizlik anlayışlarına, sevgi ve saygılarından vefalarına, fedakarlıklarına kadar yüzlerce mümin özelliğinin birarada bulunması ile kazanılan ortak bir ahlak yapıları ve yaşam tarzları vardır. Gerçek bir dindar, zaman zaman çeşitli hataları olsa da, bu özelliklerin tamamını -hiçbirinden taviz vermeksizin- yaşama gayretinde olur. Ancak pasifizmi savunan kişiler, dinin tüm hükümlerini Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde yaşamadan da Müslüman olunabileceğini öne sürerler. Son derece sapkın ve Kuran ahlakına uymayan bu inançları sebebiyle de samimi Müslümanlara ait pek çok özellikten yoksundurlar.
Onlar yaptıkları herşeyi taklidi olarak yapar ve Müslüman topluluğu arasında dikkat çekmemek amaçlı bir hayat sürerler. Allah'a ve elçiye kayıtsız şartsız itaat, tevazu, samimiyet, Allah'a ve müminlere derin bir sevgi ve saygı, sadakat, vefa, fedakarlık, ince düşünce gibi güzel ahlak özelliklerini bu kişilerde görmek oldukça zordur. Örneğin müminlerin önemli bir özelliği olan fedakarlık onlar için uygulanması en güç özelliklerden biridir. Çünkü bir kişinin fedakar olması demek, kendi isteklerinden feragat edip karşı tarafın menfaatini ön planda tutması anlamına gelmektedir. Allah korkusu zayıf olan veya hiç olmayan bu kişiler için ise, bu çok zor, adeta can yakıcı olur. Bu nedenle genellikle fedakarlık yapmaları gereken durumlarda kendi nefislerinden olabildiğince az ödün vererek, sadece göstermelik tavırlarda bulunmayı tercih ederler. Ayrıca vicdanlarını samimi müminler gibi kullanmayan bu kişilerin her zaman "ben merkezli" hareket ettikleri görülür. Müminler küçük gibi görünen bir olaydan hayati kararlarına kadar her anlarında vicdanlarının emrettiği gibi davrandıkları için, bu kişilerin tavırları samimi müminlerin yaşantıları ile yanyana gelince çok dikkat çekici olur.
İman eden bir insan için ölçü Allah'ın rızasıdır. Pasiflik taraftarları içinse önemli olan kendi menfaatlerine bir zarar gelmeden, insanları aldatabilmeyi başarmaktır. Çevrelerinde sözde dindar olarak bilinmek ve bunun için de görünürde belli konulara dikkat etmek bu kişiler için yeterlidir. Bu amaçla 5 vakit namaz kılabilir, oruç tutabilir, zaman zaman fakirlere yardım edebilir, toplum içindeyken belirli kurallara uyabilirler. Ancak kötülüklere karşı fikri bir mücadele içinde olmaya asla yanaşmaz, akıl, feraset ve basiret gerektiren işlerden kaçınırlar.
Bu kişiler için amaç, minimum hareketle kendilerince maksimum fayda sağlamaktır. Çevrelerine de bunun telkinini yaparlar. Elbette kastettikleri fayda dünya hayatına yönelik menfaatlerdir. Yoksa Allah rızası için fayda sağlamak isteyen insanın her an vicdanlı hareket edeceği açıktır. İnsanları aldatarak fayda sağlayacağını zannedenlerin büyük bir yanılgı içinde oldukları ise, Kuran'da bize bildirilmiş olan bir gerçektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9)
Samimi olarak iman edenler ise, ellerindeki tüm imkanları kullanarak Allah yolunda güzel ahlakı yaymak için çaba gösterirler. Kişinin samimi imanının ve elçiye olan itaatinin en önemli ölçülerinden biri, şevki, heyecanı ve özverisidir. Müminler asıl hoşnut edilmesi gerekenin Rabbimiz olduğunu bilirler ve uykularından yemeklerine, sevdikleri bir filmi seyretmekten alış verişe gitmeye kadar günlük hayatın her detayında, an an vicdanlarını kullanarak yaşarlar. Her zaman çok akıllı, tevekküllü, şefkatli, merhametli, ince düşünceli ve tevazulu olurlar. Kuran ahlakını hayatlarına geçirmekte pasif davranan ve dinin ahlaki esaslarına önem vermeyen kişilerde ise bu özellikler dikkat çekici şekilde eksiktir. Onların seçimleri çoğunlukla vicdanlarına göre değil, nefislerine göre olur.

Müslümanların Gücünü Kırmayı ve Onları Yavaşlatmayı Amaçlarlar

Müslümanların arasında yaşayan münafık karakterli insanların ana amaçlarından biri kendilerince dine ve Müslümanlara olabildiğince zarar vermektir. Allah'ın "...onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır" (Al-i İmran Suresi, 120)ayetinin hükmü gereği, gerçekte hiçbir zaman Müslümanlara zarar veremeyecek olsalar da, her fırsatı bu amaçlarına ulaşmak için kullanırlar.
Sürekli hayır ve fayda getirecek işlerde bulunmak müminlerin önemli özelliklerindendir. Müminler bir işleri bittikten sonra hemen bir diğerine geçerek Allah'ın rızasını ve ahirette güzel bir makamı kazanma gayretinde olurlar. Onları pasifize etmeyi amaçlayan insanlar ise tam tersine, mümkün olduğunca ağır davranır, müminlere de engel olmaya çalışırlar. Müminlerin işlerine engel oldukları, onların vakitlerini alıp oyaladıkları takdirde bir zarar oluşturabileceklerini, en azından yapılacak faydalı işleri geciktirebileceklerini düşünürler. İlk bakışta onların oyalamaları ile müminlerin vakitlerinin gittiği ve bu kişilerin de amaçlarına ulaştıkları düşünülebilir. Oysa Kuran ahlakına göre gerçek böyle değildir. İman eden bir insan için yaptığı işin içeriği değil, o işi yapış amacı önemlidir. Diğer bir deyişle, mümin her an Allah rızası için faaliyet gösterdiğinden, bu kişilerin engellemelerini ortadan kaldırırken de, başka bir şey için çaba gösterirken de -Allah'ın izniyle- hayır kazanmaktadır. Ahirette de Allah'tan en hayırlı karşılığı alacağını umar.
Pasifist kişiler, müminlerin vakitlerini almak için genelde onları kendileri ile uğraştırırlar. Amaçları müminleri de bu şekilde pasifize etmek; diğer işleriyle uğraşmalarına mani olarak Müslümanlar arasında ağır bir yapı meydana getirmektir. Bu nedenle, tüm güçlerini ve dikkatlerini İslam'ın hayrı, Müslümanların faydası için toplayan müminlerin karşısına, çoğu suni olarak oluşturulmuş şahsi sorunları ile çıkarlar. Ahlaki bozuklukları, Kuran'a aykırı tavırları, yaptıkları işlerdeki özensizlikleri ile iman edenlerin dikkatlerini çekerler. Özellikle çok kolaylıkla anlayabilecekleri konuları anlamazlıktan gelmeleri, duydukları bir sözü duymamış gibi davranmaları, hemen yapılıp bitirilmesi gereken bir işte olmadık detaylara girerek geciktirmeleri, işleri ağırdan almaları, cansız ve şevksiz olmaları ile Müslümanların önüne engel çıkartmaya ve onların hızlarını kesmeye gayret ederler. Hemen yapılması gereken bir işi çeşitli bahaneler uydurarak erteler, yapılmaması gereken bir    şeyi ise yaparlar. Cevabını çok iyi bildikleri halde sanki hiç bilmiyormuş gibi tekrar tekrar aynı soruyu sorar, kendilerinden istenilen işi defalarca tarif ettirirler. Bütün bu tavırlardaki genel amaç, müminlerin vakitlerini almak, yapılacak hayır işlerini mümkün olduğunca geciktirmeye çalışmak ve kalbinde hastalık olan diğer kişilere de olumsuz bir örnek oluşturmaktır.
Bu kişiler Müslümanların işlerine engel olmayı amaçlayıp zorluk çıkarırlarken, bir yandan da mümin topluluğu içindeki diğer kişilerin de kendileri gibi davranmalarını isterler. Onları da rehavete sürüklemeyi amaçlarlar. Böylece hem kendilerinin hem de mümkün olduğunca çok kişinin ağır davranmasını planlarlar. Onların gevşek tavırlarından güç alan zayıf karakterli diğer bazı kişiler de işleri ağırdan almaya, zorluk çıkartmaya, müminleri kendileri ile uğraştırmaya niyet edebilirler. Olayları Kuran ahlakıyla değerlendirmedikleri için, Müslümanları pasifize etmeye çalışanların yaptıkları olumsuz tavırları hatalı bulmaz, aksine onlar gibi davranmanın daha mantıklı olduğunu sanabilirler. Oysa gerek pasifize olmuş kişilerin gerekse onlardan etkilenenlerin kararları ve bu yöndeki çabaları zannettikleri gibi dine verilmiş bir zarar değil, aksine çok hayırlı bir durumdur. Bu kişilerin varlığı ve faaliyetleri hem samimi müminlerin daha çok şevklenmelerine, hem de yaptıkları işlerde daha azimli ve böylece daha başarılı olmalarına aracı olur. Kuran'da bildirildiği gibi, doğru yola uyanlara, sapanların zarar vermesi mümkün değildir:
Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi, 105)
Kuşkusuz bu kişilerin en büyük yanılgılarından biri, içlerinde bulundukları durumun fark edilmediğini sanmalarıdır. Kuran'da karakterleri ve tavırları detaylı olarak tarif edilmiş bu tarz insanları, müminler kolaylıkla teşhis eder ve bunlara karşı gerekli tüm önlemleri en akılcı şekilde alırlar. Örneğin hiçbir zaman acil olarak yapılması gereken bir işi bu kişilere emanet etmezler. Allah'ın "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisa Suresi, 58) ayeti gereği emaneti ehline verir, onları bilinçli olarak geri planda tutarlar. Ancak bu kişiler içinde bulundukları akılsızlık nedeniysle bu tür durumlarda sevinir ve kendilerince bunu kendi uyanıklıklarının bir neticesi olarak değerlendirirler. Onlara göre önemli olan Allah'ın rızasını kazanmak olmadığı için, ne kadar az iş yaparlarsa o kadar karda olduklarını sanırlar, oysa çok büyük zarardadırlar. Üstelik tüm yaptıklarıyla, Müslümanları pasifize etmenin aksine, onların dikkatlerini daha da açarak insan karakterlerini tanımak konusundaki tecrübelerine önemli bir katkıda bulunmuş olurlar. Müminlerin bu kişilere öğüt vermeye devam etmeleri, onları yaptıkları kötülüklerden sakındırmaya çalışmaları ise, bunun, Allah'ın kendilerine yüklediği bir sorumluluk olması nedeniyledir. Çünkü Allah iman edenlere iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı emretmiştir.

Zayıf İmanlılar Üzerinde Şeytani Bir Etkilerinin Olması

Kendilerini din ahlakını gereği gibi yaşamak konusunda pasifize etmiş kişilerin amaçlarından bir diğeri de, zayıf imanlı kimseleri etkileri altında bırakıp, kendi taraflarına çekmektir. Fakat şeytanın etkisinde olan bu kişiler, yine ancak kendi ahlaklarına benzer ahlaktakiler üzerinde olumsuz bir etki oluşturabilirler. Samimi müminlere hiçbir zarar veremezler. Allah samimi olarak iman edenleri şeytanın ve şeytanın dostlarının telkinlerinden korur. Şeytanın samimi müminlerin üzerinde bir etkisinin olmayacağı Kuran'da Allah'ın bildirdiği bir gerçektir:
(Şeytan) Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)
Öte yandan münafık karakterli, kalbinde hastalık olan veya zayıf imanlı kişiler, pasiflik telkinlerinin etkisi altında kalabilirler. Pasifist kişilerin yaptıkları işleri ağırdan almaları, mücadele şevklerinin olmaması, Allah'ı anmakta gösterdikleri gevşeklik, fedakarlıktan kaçınmaları, son derece yüzeysel insanlar olmaları, mümkün olduğunca az iş yaparak idare etmeye çalışmaları, tembellikleri, her zaman her işte kolay olanı tercih etmeleri, cansız ve ruhsuz bakışlarla etrafı süzmeleri, dindar olmanın derin şevkinden ve neşesinden yoksun olmaları, daima uykulu ve bakımsız bir görüntü sergilemeleri zayıf imanlı insanlara birer mesajdır. Bu tavırlarıyla, onları da gevşekliğe sürüklemek, kendilerine benzetmek ve mümkün olduğunca çok kişiyi pasifize etmek isterler. Bu kişiler, etkileri altına alabilecekleri insanları tavırlarından ve üsluplarından tanır, öncelikli olarak bu tarz insanlara yönelirler. Kendi düşünce yapılarına uygun olduğuna inandıkları kişileri seçer, bu kişilere hiç kimsenin fark edemeyeceğini zannettikleri gizli mesajlar verir, gizli bir dil ile bu kişilerle anlaşırlar.
Müslümanlara fayda sağlayacak bir işi yapmak yerine, keyfi bir işle oyalanmak kalbinde hastalık olan bir kişinin diğerlerine "bu kadar gayret etmenizin bir anlamı yok, bakın ben nasıl keyfime bakıyorum, siz de benim gibi yapabilirsiniz" mesajıdır. Fedakarlık yapılacak bir yerde bencillik yapmak, örneğin herşeyin en iyisini kendisine ayırmak ve Müslüman kardeşlerini düşünmemek, "başkalarını değil önce kendinizi düşünün" demektir. Müslümanlara karşı teslimiyetli ve saygılı bir üslup yerine, iğneleyici ve saygısız bir üslup kullanmak "karşınızdakini ancak böyle ezer ve kendinizi üstün gösterebilirsiniz" telkini vermektir. Halbuki, onların mantıklarının tam tersine, insan fedakarlıktan kaçtığında değil fedakarlık yaptığında, cimrilik yaptığında değil cömert olduğunda, kibirli değil mütevazı olduğunda, öğüt almaktan kaçtığında değil her öğüde fayda gözüyle baktığında gerçek huzuru ve rahatlığı bulur. Dinde gevşeklik gösteren insanların savundukları yaşam tarzı ise, gerçek mümin ahlakı ile tamamen zıttır.
Zaten pasifliği yaymak isteyen kişilerin de amacı sabra, tevazuya, teslimiyete, çalışkanlığa, fedakarlığa dayanan güzel ahlakın değil, bencilliğe, tembelliğe, kibire, pisliğe dayalı kötü ahlakın yayılmasıdır. Zayıf imanlı bazı kimseler de bu tavırlara ve telkinlere kanarak, kibirli davrandıklarında onurlu olacaklarını, fedakarlıktan kaçındıklarında zekice davranmış olacaklarını sanırlar. Oysa gerçekten akıllı ve zeki olan insan, Allah'ın kadrini takdir edebilen, Rabbimiz'in bize emrettiği ahlakı yaşayabilen insandır. Gerçekten onurlu olan kimse ise, Allah'a ve Resulüne iman ve itaat eden kimsedir. İnsana aradığı huzuru, şanı, şerefi verecek olan yalnızca Allah'tır. Allah'ın emrettiği ahlaktan kaçarak bunları kazanabileceklerini sananlar ise çok büyük bir kayıp içindedirler. Rabbimiz insanların ancak Müslüman olmakla, hak dini yaşamakla şerefli bir hayat süreceklerini, kendi heva ve isteklerine uyduklarında ise kayba uğrayacaklarını şu şekilde haber vermiştir:
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)
Öte yandan bu insanlar topluluk içinde olduklarında gizli bir dil kullanarak ya da kendi başlarına kaldıklarında açıkça Müslümanların, peygamberlerin ve İslam'ın aleyhine olabilecek konuşmalar yapmaktan çekinmezler. Bu konuşmalarda sürekli müminleri eleştirmeye, kendilerince haksızlığa uğradıklarını düşündükleri konuları dile getirmeye özen gösterirler. Samimi bir müminden ve yaptığı işten alaycı bir üslupla bahseder, bir yandan onun iyi bir insan olduğunu dile getiriyor gibi yaparken bir yandan da çalışmalarını kendilerince küçük görür, tavırlarını kınarlar. Böylece olumlu konuşuyormuş gibi gözükürken karşı tarafa sinsi bir taktikle olumsuz telkin yaparlar. Kuran'da münafıkların, müminlerin verdikleri sadakaları ve Allah yolundaki gayretlerini alay konusu edinmeleriyle ilgili bildirilen ayet, bu tavrın bir örneğidir. Allah münafıkların bu çirkin ahlakını ve asıl alay konusu olanın kendileri olduğunu şöyle bildirmiştir:
Sadakalar konusunda, mü'minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azap vardır. (Tevbe Suresi, 79)
Tarih boyunca yaşamış mümin topluluklarının içinde rastlanan bu kişilikteki insanların asla açıkça dile getirmedikleri, ama gizli konuşmalarında telkinini verdikleri bir diğer önemli konu da elçilerle ilgilidir. Bu kişiler peygamberlerin yanında onların anlattıkları gerçekleri tasdik eder gibi davranırlar. Ama kendi yandaşları ile yaptıkları gizli toplantılarda aleyhinde konuşmalar yaparlar. Benzer ahlaktaki kişiler Peygamber Efendimiz döneminde de yaşamış, O'nun aleyhinde gizli toplantılar düzenlemiş, bu toplantılarda müminlerin ve Hz. Muhammed (sav)'in aleyhine planlar yapmışlardır. Ancak Allah'ın izniyle bu planları her zaman boşa çıkmıştır ve Rabbimiz'in bir kanunu olarak da hep boşa çıkacaktır. Allah bu gerçeği ayette şu şekilde bildirmektedir:
Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır. Oysa Allah'ın izni olmaksızın o, onlara hiçbir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Mücadele Suresi, 10)
Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan zayıf imanlı kişilerin ve münafıkların, Hz. Muhammed (sav)'in emir ve tavsiyelerini uygulamamakta direndikleri, bu tavsiyeler hakkında saygıya  uygun olmayan yorumlar yaptıkları bilinmektedir. Kendilerine belki de defalarca tarif edilen bir konuyu sanki hiç duymamış gibi davranmaları, sonra kendilerine hatırlatıldığında bunu hiç bilmediklerini söylemeleri, bilseler ona göre davranacakları yalanını ortaya atmaları ve bu konuda çekinmeden yemin etmeleri bu yapıdaki insanların bilinen özelliklerindendir. Allah bir ayetinde bu yapıdaki insanlar söz konusu insanlar hakkında inananları şöyle uyarmıştır:
Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Mücadele Suresi, 16)
Rabbimiz bir başka ayetinde de ikiyüzlü insanlarla ilgili şöyle buyurmuştur:
Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)
Karışık ve her anlama çekilebilecek üsluplar kullanmak, sorulduğunda "iyilikten başka birşey amaçlamadığını" iddia etmek, pasifizm uygulayan kişilerin sıkça başvurdukları bir sahtekarlıktır. Kendilerince sahtekarlıklarını bu üsluplarının altına gizler, anormalliklerinin fark edilmeyeceğini, fark edilse bile durumu kolayca tevil edebileceklerini sanırlar. Elçinin aldığı kararlara karşı hoşnutsuzlukları, itaatsizlikleri ve teslimiyetsizlikleri hissedilmesine rağmen, mümkün olduğunca ahlaksızlıkları ile ilgili net delil vermemeye gayret ederler. Böylece bir yandan iyi niyet iddiasında bulunarak Müslümanları pasifize etmeyi, bir yandan da zayıf imanlı insanları ortaya attıkları fitne dolu sözlerle etkileyip kendilerine taraftar yapmayı hedeflerler. Ancak onların bu tavırlarının asla başarıya ulaşmayacağını ve boşa çıkacağını Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz inkar edenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra 'elçiye karşı gelip zorluk çıkaranlar', kesin olarak         Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. (Allah,) Onların amellerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed Suresi, 32)

Müslümanların Arasına Cahiliye Yaşantısını Taşımak İstemeleri

Müslümanların arasında din ahlakından uzak bir yaşantı sürmeye çalışan kişiler genellikle hak olmayan, sapkınca yorumlanmış, çarpık bir din anlayışı ile ortaya çıkarlar. Bu çarpık anlayışta, Kuran ahlakı insan hayatında olabildiğince az yer kaplamakta, sadece şekli olan ibadetler yer almaktadır. Oysa,"Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" (Enam Suresi, 162) ayetiyle bildirildiği gibi Müslümanın her dakikası, yaşamının her anı Allah'ın emrettiği şekildedir. Diğer bir deyişle, din ahlakı iman eden bir kimsenin tüm hayatını kapsar.
Pasifist kişiler ise, şekli ibadetlere kısmen de olsa önem verirken, dinin özünü teşkil eden ahlaki esasları neredeyse tamamen yok sayarlar. Bu kişiler için ölçü Allah rızası ve Kuran ahlakı değildir. Genellikle olayları, kendi cahil mantıklarına göre ve "bence" diye başlayan cümlelerle batıl inanışlarına göre değerlendirirler. Bir türlü vazgeçemedikleri cahiliye hayatının ölçülerine göre bir değerlendirme yaparlar. Bu mantığa sahip kişilerin bakış açısı ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)
Olayları cahiliye anlayışıyla değerlendirmeleri, bu kişilerde ciddi mantık bozukluklarına neden olur. Müminler dünya hayatının geçici, asıl yurdun ise ahiret olduğunu bilirler. Dünyadaki tüm imkanlarını en güzel davranışlarda bulunmak için değerlendirirler. Amaçları Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetidir. Bu sebeple de dünya hayatına dair konulara ancak gerekli olduğu kadarıyla önem verir, esas olarak ahiretlerini düşünürler. Pasifizmi savunan kişiler ise dünyada geçirdikleri sürenin esas olduğunu sanır, dünya hayatı ile ilgili her konuya hırslı bir bağlılık gösterirler.
Cahiliye ahlakını kendi içlerinde yaşatıp, müminlerin arasına da sokmak isteyen bu kişiler özellikle kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda çok hassas olurlar. Örneğin bir hastalığa yakalandıklarında tevekkülsüzlük ve korku içine girerler. Nefislerine çok düşkün oldukları için kendilerine bir zarar gelmesi ihtimali bile onların aşırı tepkiler vermelerine neden olur. Bu kişiler hem dünyaya çok önem verdikleri hem de kaderin varlığını göz ardı ettikleri için hastalık onlarda adeta bir şok etkisi yapar. Sürekli vesvese içerisinde olduklarından onlarca doktora da gitseler sakinleşemezler. Kullanacakları ilaçların, seçtikleri doktorların kendilerini iyileştireceğini zannedip, yalnızca bunlardan medet umarak iyileşmeye çalışırlar. Elbette, hasta bir insanın doktora başvurması, bu konudaki en uzman ve tecrübeli kişilerden yardım alması, kendisine önerilen tedaviyi uygulaması gereklidir. Ancak bu sırada, tüm bunların Allah'ın yarattığı birer sebep olduğunun, Allah dilemediği müddetçe en iyi doktora da muayene olsa, en etkili ilaçları da kullansa şifa bulamayacağının bilincinde olmalıdır. Dünyadaki hiçbir ilaç, hiçbir teknoloji veya hiçbir doktor Allah dilemediği sürece hastalıkların iyileşmesi için bir vesile olamaz. Nitekim müminler hastalığı yaratanın da şifa verecek olanın da Allah olduğunu çok iyi bildiklerinden tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar.
Müslümanları pasifize etmeye çalışan kişilerin tevekkülsüzlükleri ve telaşları kalbinde hastalık olan kişileri de içten içe etkiler. Yaşadıkları endişeli ruh hali, çevrelerindeki bu insanların da akılsızca yorumlarda bulunmalarına, benzer bir olayla karşılaştıklarında aynı tevekkülsüzlüğü yaşamalarına neden olur. Zaten pasifizmi savunan kişilerin hedefi de tevekkülsüzlükleri ile, Müslümanlar arasında kargaşaya neden olabilmek, yeterince bilgi sahibi olmayan veya zayıf imanlı olan kişileri telaşa sevk edebilmektir.
Din ahlakını yaşamakta pasif davranan kişilerin bir yönleri de, cahiliye yaşamına karşı duydukları derin hayranlıktır. Cahiliye toplumu içerisinde mevkiye, makama sahip olan ve cahiliye ölçülerine göre itibar gören kişilere, onlar da çok değer verir, onları gözlerinde büyütürler. Hatta bu kişilere benzemek için bir çaba içerisine de girerler. O kişiler gibi giyinerek, o kişilerin hayat tarzına benzer bir hayat tarzı edinerek, okudukları gazeteleri okuyup, seyrettikleri televizyon programlarını seyrederek, kullandıkları üslubu kullanarak bir anlamda onları taklit ederler. Elbette bir insanın, diğer insanların güzel özelliklerini örnek almasında bir sakınca yoktur. Ancak söz konusu kişilerin asıl olarak özendikleri ve taklit ettikleri bazı güzel özellikler değil, cahiliyenin zihniyetidir. Düşünce yapıları, cahiliye mantıklarıyla şekillenmiştir. Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu, nerede nasıl davranılması gerektiğini, hangi tavırların doğru hangilerinin yanlış olduğunu Kuran'a göre değil, cahiliyenin kurallarına göre belirlerler. Bu özenti nedeniyle, salih bir Müslüman olmak gayretinde olmaz ve cahiliye tarafından değer verilen vasıfları edinmeye çalışırlar.
Herhangi bir konuda değerlendirme yaparken, Allah'ın varlığının farkında olan bir insan gibi değil de, bu gerçekten tamamen gafil biri gibi yorumlar yaparlar. Ayrıca kendilerince bir üstünlük olduğuna inandıkları geçici değerlerle, müminlerin arasında da itibar kazanacaklarını zanneder ve bunlarla kibirlenirler. Ancak samimi müminler için insanların dünyevi özelliklerinin bir anlamı yoktur. Ancak bir kişi bilgisini, kültürünü, imkanlarını İslam'ın hayrı, Müslümanların yararı için kullanıyorsa muhakkak ki bu güzel bir davranış olacak ve ahirette de bunun karşılığını Allah'ın izniyle en güzel şekilde alacaktır. Fakat Allah'ın rızasını gözetmeyip, geçici bazı özelliklerden dolayı kibirlenen kişilere bu özellikleri, dünyada da ahirette de bir kazanç getirmeyecektir. Ayette de bildirildiği gibi, mümin kimse için "... azığın en hayırlısı takvadır..." (Bakara Suresi, 197) Bir başka ayette ise, ölçünün sadece takva olduğu ve insanların dünyada edindikleri maddi özelliklerin Allah Katında bir değerinin olmayacağı şu şekilde bildirilmiştir:
... Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Müminler Kuran ahlakına uydukları için karşılarındaki kişinin Allah'a olan bağlılığını, Allah korkusunu hissettikleri oranda o kişiye saygı ve sevgi duyar, cahiliye değerlerini asla ölçü almazlar. Pasiflik telkini yapanlardan ise, ancak olayları ve insanları Kuran'a göre değerlendirmeyenler etkilenebilirler. Bu insanlar onların tarzını örnek alır ve onlara benzemeye çalışırlar. Bu kişilerin ortak özellikleri dünyada samimiyetin, Allah sevgisinin, Allah korkusunun ölçü alındığı bir hayatın yaşanabileceğine inanmamalarıdır. Hiç kuşkusuz bu yanılgıları, bundan vazgeçmedikleri müddetçe, onları acı bir azaba sürükleyecektir.

Müslümanları nasıl pasifize etmeye çalışırlar?

Müslümanları nasıl pasifize etmeye çalışırlar?

Müslümanları pasifize etmeye çalışan kişilerin başvurdukları belli yöntemler vardır. Kendi akıllarınca bu yöntemleri uyguladıkları takdirde, Müslümanların azim ve şevklerini kırabileceklerini, onları güçten düşürebileceklerini sanırlar. Kimi zaman sinsice kimi zaman da açıktan açığa bu yöntemlere başvurabilirler. Allah, "... Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler..." (Bakara Suresi, 217) ayetiyle bu ahlaktaki kimselerin, müminleri dinlerinden çevirebilmek için sürekli çaba göstereceklerini bildirmiştir.
İlerleyen sayfalarda bu insanların uyguladıkları taktiklerin bazılarını ele alacağız. Ancak bu yöntemleri incelerken unutulmaması gereken önemli bir husus vardır. Bu kişiler, gizli metodlar kullandıklarında da açıkça çaba gösterdiklerinde de, Müslümanları pasifize etmeyi, Allah'ın izniyle, başaramayacaklardır. Herşeyi yaratanın Allah olduğu gerçeğini tam anlamıyla bir türlü kavrayamayan bu insanlar, Allah dilemedikçe kendilerinin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini de anlayamazlar. Bununla birlikte, Allah'ın iman edenleri koruduğundan, onları mutlaka başarıya ulaştıracağından da gafildirler. Üstelik gerçek yüzlerini kimsenin fark etmediğini ve bu yönlerinin açığa çıkmayacağını sanarak da büyük bir yanılgıya kapılmışlardır. Allah müminlere, kalplerinde hastalık bulunanların bu yönlerini mutlaka ortaya çıkaracağını bildirmiştir:
İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar? (Muhammed Suresi, 28-29)

Boş İşlerle Oyalamaya Çalışarak Müslümanların Dikkatlerini Dağıtmayı Hedeflemeleri

Bir mümin için zaman son derece değerlidir ve iman eden kimse geçirdiği her anı Allah rızası için en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. İman edenlerin hayatları boyunca yerine getirmeleri gereken pek çok sorumluluk vardır: Mümin, imanını güçlendirmek ve derinleştirmek, ahlakını güzelleştirmek için gayret göstermeli, insanlara gerçek din ahlakını anlatmak için çaba harcamalı, din dışı ideolojilerle fikri alanda mücadele etmeli, ihtiyaç içinde olanlara yardım ulaştırmalı, sürekli salih amelde bulunmalıdır. Diğer bir deyişle müminlerin, bu sorumluklardan kendilerini alıkoyabilecek her türlü boş işten sakınmaları gerekmektedir. Rabbimiz, bir ayetinde iman edenlerin bu özelliğini, "Onlar 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir" (Müminun Suresi, 3) şeklinde bildirmiştir. Bir başka ayette ise iman edenlerin boş şeylerle karşılaştıkları zaman, bunlardan yüz çevirdikleri şöyle buyurulmuştur:
'Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler. (Kasas Suresi, 55)
Müslümanları pasifize etmeye çalışan kimseler ise, boş ve yararsız işleri gündemde tutarak, müminleri oyalamak isterler. Böylece, iman edenlerin dikkatlerini dağıtacaklarını, onları işlerinden alıkoyabileceklerini düşünürler. İnsanları Allah'tan uzaklaştıran, ahirette hesap vereceklerini unutturan ve gaflete daldıran konuları tercih ederek ve bu konuları ön plana çıkararak müminleri de bunlarla oyalayabileceklerini sanırlar. Bu tarz insanların söz konusu özellikleri bir ayette şu şekilde bildirilmiştir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Lokman Suresi, 6)
Müslümanlara fayda sağlayacak konular yerine hiçbir değeri olmayan konulara yönelirler. Çevrelerindeki Müslümanların imanlarının güçlenmesine vesile olacak bir iman hakikati yerine, dünya hayatının geçici değerlerini ön plana çıkaran konuları aktarırlar. Örneğin, son moda giyim tarzının ne olduğu, yeni çıkan araba modelleri, hangi lokantanın son zamanlarda daha ünlü olduğu, hangi tatil mekanlarında daha çok eğlenecekleri gibi konuları sürekli gündemde tutarlar. Bu konulara önem vermelerinin nedenlerinden biri, söz konusu insanların gerçek Müslüman ahlakını kazanmak yerine cahiliye yaşantısına özenmeleridir. Elbette Müslümanlar da bu konular hakkında sohbet ederler ve sosyal yaşam içindeki gelişmelerden haberdar olurlar. Ancak tüm bunların dünya hayatının geçici bir süsü olduğunu da unutmazlar. En güzel kıyafeti yaratanın, en konforlu arabayı yapanın, en güzel tatil mekanlarını var edenin Allah olduğunu bilirler ve eğer Rabbimiz bu nimetlerden kendilerine sunarsa, bunun için Allah'a şükrederler. Gördükleri tüm güzelliklerin Rabbimiz'in birer tecellisi olduğunun bilinciyle, yalnızca Allah'a yönelir ve her türlü nimet için Allah'a hamd ederler.
Müslümanları pasifize etmek isteyen kimseler ise, seçtikleri konularla ve bu konuları anlatırken kullandıkları üsluplarıyla hesap gününü göz ardı eder, dünya hayatı sanki hiç sona ermeyecekmiş gibi davranırlar. Böylece, Müslümanların da kendileriyle birlikte dünya hayatına aldanacaklarına inanırlar. Oysa bu kişilerin, Müslümanları pasifize etmek için başvurdukları bu yöntemle başarıya ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği önemli mümin özelliklerinden biri, yukarıda da belirttiğimiz gibi, boş işlerden yüzçevirmektir. Samimi olarak iman eden bir kimse, vicdanının ilhamıyla hangi işin boş ve yararsız, hangi işin hayırlı ve faydalı olduğunu hemen kavrar ve gereken tedbiri alır. Allah Kuran'da, cennetin özelliklerini bildirirken, müminlerin orada boş ve saçma hiçbir söz işitmeyeceklerini de haber vermiştir:
İçinde, ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. (Nebe Suresi, 35)
Onda 'boş bir söz' işitmezler; sadece selam(ı işitirler)... (Meryem Suresi, 62)
Dünya hayatında kendilerini cennet için hazırlayan tüm iman sahipleri de bu gerçeğin bilinciyle hareket eder ve dünya hayatına aldanıp, boş şeylere dalmazlar. Müminlerin bilincinde oldukları bir başka gerçek de, Rabbimiz'in, insanları Allah yolundan alıkoymak isteyen kimselerin tüm işlerini boşa çıkaracağıdır. Ayette şöyle buyurulmuştur:
Onlar ki inkar ettiler ve Allah'ın yolundan alıkoydular, (işte Allah da) onların amellerini giderip-boşa çıkarmıştır. (Muhammed Suresi, 1)

Tedbir Almalarını Engelleyerek Müslümanları Savunmasız Bırakmaya Çalışmaları

İman edenlerle inkarcılar arasındaki fikri mücadele tarihin her döneminde devam etmiştir. Kuran'da peygamberlerin ve onlara biat eden müminlerin, din ahlakını yaymak için gösterdikleri çabanın karşılığında inkar edenlerin iftiralarına maruz kaldıkları, suçsuz yere tutuklandıkları, yurtlarından çıkarıldıkları ve hatta öldürüldükleri haber verilmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve sahabenin hayatı da, bu büyük mücadelenin en önemli örneklerinden biridir. Mekkeli müşrikleri Bir ve Tek olan Allah'a iman etmeye davet eden Peygamberimiz (sav), müşrikler tarafından ölümle tehdit edilmiş, müşriklerin akıl almaz iftiralarıyla karşılaşmış ve tüm bu baskıların neticesinde yanındaki müminlerle birlikte Medine'ye hicret etmiştir.
Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan ve müminleri pasifize etmek isteyen kişiler ise böylesine zor koşullarda dahi tavırlarıyla ve üsluplarıyla, müminleri gerekli tedbirleri almaktan engelleyecek bir yol izlemişlerdir. Peygamberimiz (sav)'e ve sahabeye destek olmak için hiçbir hazırlık yapmadıkları gibi, müminleri karşı karşıya oldukları durumun boyutları hakkında da yanlış bilgilendirmeye çalışmışlardır. Rabbimiz'in, "Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı..." (Tevbe Suresi, 46) ayetiyle buyurduğu gibi asıl amaçları mücadeleden kaçmak olan bu insanlar, hiçbir hazırlık yapmayarak etraflarındakilere "hazırlık yapmayı gerektirecek önemli bir durum olmadığı" mesajını vermek istemişlerdir. Böylece hem müminlerin mücadele şevkini kırmayı hem de herhangi bir durumda müminleri savunmasız bırakmayı hedeflemişlerdir.
Tedbirli davranmak ve her koşula karşı hazırlıklı olmak ise mümin özelliklerinden biridir. İman edenler, hem kendi sosyal yaşamlarında hem de tüm Müslümanları ilgilendiren konularda her türlü ihtimali düşünerek hareket eder, alınması gereken her türlü tedbiri kapsamlı olarak düşünür ve alırlar. Müslümanları pasifize etmeye çalışan insanlar da, yanlış bilgilendirmelerle ya da kendi çarpık mantıklarını müminlere kabul ettirmeye çalışarak, iman edenleri tedbir almaktan alıkoymak isterler. Bunun için uyguladıkları yöntemlerden biri de, gerçek din ahlakını yaşamayan bazı insanları da müminlere dost göstermeye çalışmak, böylece müminlerin bu tarz kişilerin neden olabileceği durumlara karşı önlem almalarını engellemektir.
Pasifist insanların sapkın inanışlarına göre, bir kişinin "inandım" demesi mümin kabul edilmesi için yeterlidir. Halbuki bu çok yanlış bir bakış açısıdır. Şüphesiz iman ettiğini söyleyen bir kişinin bu ikrarı son derece önemli ve değerlidir. Ancak bunun tavır ve davranışlarla da desteklenmesi, kişinin sözünün inanılır ve güvenilir olması için şarttır. İman ettiğini söyleyen Bedeviler için Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği, "... Siz iman etmediniz; ancak 'İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir'" (Hucurat Suresi, 14) ayetiyle, "iman ettik" demekle imanın kalbe yerleşmeyebileceğine işaret edilmektedir. Bununla birlikte Allah, iman edenleri mutlaka sınayacağını, "iman ettik" demekle insanların bırakılmayacağını buyurmaktadır: "İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" (Ankebut Suresi, 2)
Samimi olarak iman eden bir kimse, helal ve haramlara uyma konusundaki hassasiyeti, Kuran'da bildirilen tüm hükümleri eksiksiz yerine getirmesi, kararlılığı, sabrı, tevekkülü, sadakatı, Allah'a teslimiyeti, kadere imanı, şükrü, tevazusu ile imanının ve dindarlığının derinliğini ortaya koyar. Pasifizmi hakim etmeye çalışan kişilerin olayları değerlendirişinde ise bambaşka ölçüler vardır. Bu ölçülerin başında menfaatleri gelmektedir. Menfaat sağlayacağını düşündükleri kimseleri, yukarıda saydığımız mümin özelliklerinin hiçbirini  göstermeseler dahi, mümin olarak kabul edebilirler. Müslümanlara da bunu kabul ettirmeye çalışırlar. Kendilerine göre iyilik ve kötülük ölçüleri vardır. Bu batıl ölçülere göre, kendilerine gelecek sağlayacağını umdukları bir insanı -ahlakını hiç göz önünde bulundurmadan- "iyi insan" olarak adlandırabilirler. Dünyevi menfaatlerine engel olacağına inandıkları bir insanı ise, kolaylıkla "kötü" olarak tanımlayabilirler. Bu nedenle, Allah'ın sınırlarına uymayan kimselerle dostluk kurmakta, onları koruyup kollamakta bir sakınca görmezler.
Örneğin, Müslüman olduğunu söyleyen ancak kumar oynayan bir insanın, ya da iman ettiğini söyleyen fakat 5 vakit namaz konusunda hassasiyet göstermeyen bir insanın yanlış yolda olduğunu kabullenmezler. Namaz kılan ancak haksız kazanç sağlamaya devam eden, oruç tutan fakat ihtiyaç içinde olanlara yardım etmeyip mal hırsı yapan, yalan söyleyen bir kimsenin aslında hatalı bir tutum içinde olduğuna inanmaz, tam tersine bu insanların hatalarını savunmaya çalışırlar. Bir insan cahillikten, bilgi eksikliği nedeniyle ya da vicdanını tam kullanmadığı için bir hata olarak Kuran ahlakını eksik uygulayabilir, ancak kendisine hatırlatıldıktan, doğru olan anlatıldıktan sonra bu tavrından hemen vazgeçmesi gerekir. Samimi bir insan doğruyu görür görmez, ona uyar ve hatalı tutumunu hemen terk eder. Burada kast edilen samimiyetle hata içinde olan kimseler değildir. Pasifizmi yaymaya çalışan insanların ısrarla savunmaya devam ettikleri kişiler, bildikleri halde doğruya uymayan, Allah'ın hükümlerini gayet iyi anladıkları halde tavırlarında bir değişiklik yapmayan, buna rağmen "Müslüman olduğunu" iddia eden kişilerdir.
Aslında bu tarz kişilere cahiliye toplumu içinde sıkça rastlanabilir. Bunlar dinin hükümlerini tam anlamıyla uygulamamalarına rağmen dini açık açık da reddetmezler. Zaman zaman namaz kılar, kimi zaman oruç tutar, kendilerine sorulduğunda "asla kötülük istemediklerini" söyler, ancak Allah'ın pek çok emrini yerine getirmemekte bir mahsur görmezler. Arada sırada, haram olan bir fiili işlemekten de çekinmez, iyi niyetli olduklarını iddia ederek Allah'ın kendilerini bağışlayacağını söylerler. Bu kişilere göre kimi zaman namazları kaçırmanın, çoğu zaman sabah namazına kalkmamanın, arada kumar oynamanın, gerektiğinde faiz kullanmanın, sağlık sorunu gibi meşru bir sebebi olmasa da bazı günler oruç tutmamanın mahsuru yoktur. Oysa tamamen çarpık bir mantığın ürünü olan bu yorumlar, Kuran ahlakına aykırıdır.
Resulullah Efendimiz (sav) de ibadetleri eksiksiz yapmanın önemini haber vermiştir. Örneğin namaz kılmamanın ya da namaz vaktini geçirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu mübarek hadis-i şeriflerinde şöyle bildirmiştir:
Imam-i Sâfi ile Beyhakî'ye göre Peygamberimiz (sav): “Herhangi bir vakit namazı kılmaksızın vaktini geçirenler yuvası dağılmış, malını mülkünü elden kaçırmış gibidirler.” buyuruyor. (Imam Gazali - Mükasefetü´l Kulub - Kalplerin Keşfi)
Pasifist kişiler, davranış tarzlarının doğru olduğundan çok emindirler. Büyüklerinden böyle gördüklerini, bu yaptıklarının geleneklerine uygun olduğunu öne sürerler. Bu tavırları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Müminler Allah’ın rızasını kazanmak, O’na yakınlaşmak, Rabbimize olan teslimiyetlerini ve boyun eğiciliklerini göstermek için ibadetleri büyük bir fırsat olarak görür, huşu içinde bu ibadetlerini yerine getirirler. Pasifist insanların en tehlikeli yönleri ise, geleneklerine ve batıl anlayışlarına dayanarak peygamberlerin anlattığı hak dine uymayı reddetmeleridir. Atalarından böyle gördüklerini söyleyerek çirkin hayasızlıklar işlemeye devam eder ve hatta Allah'ın kendilerine bunu emrettiği yalanını söylerler. (Araf Suresi, 28) Peygamberlerin ve elçilerin davet ettiği yola uymaz, ısrarla ve pervasızca atalarının yolunun doğru olduğunu iddia ederler. (Araf Suresi, 70) Vicdanlarıyla peygamberlerin tebliğ ettiklerinin doğru ve hak olduğunu bildikleri halde, bunu "daha önceki atalarından duymadıklarını" (Kasas Suresi, 36) öne sürerek ahlaksızlıklarına devam ederler. Bu nedenle Müslüman olduklarını öne sürdükleri halde, samimi Müslümanların karşısında yer alır, Allah'ın Kuran'da emrettiği ahlakı kendileri yaşamadıkları gibi diğer insanların yaşamasına da engel olmaya çalışırlar. Bunun için de müminleri çeşitli yollarla pasifize etmek için uğraşırlar. Bu kişileri "Müslümanlara karşı olan Müslümanlar" olarak adlandırmak mümkündür.
Pasifliği savunan kimseler de samimi müminlere karşı, sözde Müslüman olduğunu söyleyen bu tarz insanlarla iş birliği yaparlar. Çünkü aynı bu kimseler gibi, pasiflik taraftarları da açıkça dini reddettiklerini söyleyemez, dini kısmen uygulayarak kendilerine haklı zemin oluşturmaya çalışırlar. Ayrıca böyle bir yapının varlığı, kendi ahlaksızlıklarını kamufle edebilmek için de önemli bir fırsattır. Müslümanlara da bu sapkın bakış açısını telkin etmeye çalışır ve bu yönleriyle de Müslümanları pasifize etmeyi amaçlarlar.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, din dışı ideolojilere karşı yürütülen fikri mücadele müminlerin önemli sorumluluklarından biridir. Pasifizm taraftarlarına göre ise, din ahlakından uzak bir kimse dahi "dost" kabul edilebileceği için böyle bir mücadele ortamı da doğal olarak ortadan kalkmaktadır.
Halbuki, Rabbimiz Kuran'da bizlere Müslüman olduklarını söyledikleri halde, aslında iman etmeyen insanların gerçek yüzünü haber vermiştir. Bunlar, Müslümanlarla karşılaştıklarında "iman ettiğini" söyleyen, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, "... Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz" (Bakara Suresi, 14) diyen kimselerdir. Böyle bir ikiyüzlülük içinde olan kimselere müminlerin asla güvenmeyeceği açıktır. Çünkü bu kimseler, menfaatleri ile çatışmadığı müddetçe iman edenlere dost görünürken, en küçük bir çatışmada ters dönecek ve hatta müminler aleyhinde tuzaklar kurmaya kalkışacaklardır. Bu, Peygamberimiz (sav) dönemindeki müşriklerin gösterdikleri ahlakın bir benzeridir. Mekkeli müşriklerin bir kısmı da, Peygamberimiz (sav)'le anlaşma imzalamalarına rağmen her fırsatta anlaşma hükümlerini bozmaya kalkışmış, müminlere karşı tavırlarını açıkça ortaya koymuşlardır. Rabbimiz ayetinde şöyle bildirmiştir:
Nasıl olabilir ki!. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (Tevbe Suresi, 8)
Sözleri ile müminleri hoşnut kılmaya çalışan ancak kalben hak dine karşı direnen kimselerin gerçek yüzü "iş kararlılık gerektirdiği zaman" ortaya çıkar. Allah, müminlere "iş kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, Allah'a sadakat göstermelerini" (Muhammed Suresi, 21) emretmiştir. Allah'tan gereği gibi korkmayan, yaptıklarının ahirette hesabını vereceğini kavrayamayan kimseler böyle anlarda kendilerini belli ederler. Dolayısıyla samimi olarak iman edenlerin, bu kişileri teşhis etmeleri oldukça kolaydır. Her ne kadar dinde pasif davrananlar, -kendilerine pek çok yönden benzeyen- bu kişilerin esasında samimi olduklarını, dini eksik bildikleri için tam manasıyla uygulayamadıklarını söyleyerek onları savunsalar da, müminler durumun farkındadırlar. Zira bunlar, bilmediklerinden değil bildikleri halde, kabul etmediklerinden hak dini yaşamamaktadırlar. Yaşam tarzlarıyla, ahlaklarıyla ruh hallerini ve mantık örgülerini gözler önüne seren bu insanlara karşı, müminler doğal olarak mesafeli yaklaşacak, bunlara karşı içten bir sevgi ve saygı beslemeyeceklerdir. Allah'ın koyduğu sınırları korumayan, Kuran ahlakını gereği gibi yaşamayanlara sevgi besleyenler, din ahlakını yaşamakta çekimser davrananlar, Müslümanları pasifize etmeye çalışanlardır. Müminlerin ise Allah'a ve Resulüne karşı olanlarla hiçbir dostluk bağı kurmadıkları ayette şöyle bildirilir:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendi'nden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)

İnkar Edenleri Kullanarak İman Edenleri Yılgınlığa Sürüklemeyi Amaçlamaları

Yukarıda anlattığımız gibi, din ahlakını yaşamakta çekimser davranıp Müslümanları da pasifize etmek isteyenler, Allah'a iman etmeyen ve Kuran ahlakını yaşamayanlarla rahatça dostluk kurabilirler. Ancak genellikle bu kişilerle gizliden gizliye bir arkadaşlık kurar ve mümkün olduğunca bu arkadaşlıklarını müminlere hissettirmemeye çalışırlar. Müminlerden bunu fark edenler olduğunda ise çeşitli yalanlar uydurarak, esasında onlarla gerçek bir dostluklarının olmadığını, sadece teknik bazı sebeplerden dolayı görüştüklerini iddia ederler. Allah onların yalan söylemekte olduklarını şöyle haber vermektedir:
Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar. (Mücadele Suresi, 14)
Burada belirtmek gerekir ki, sosyal yaşam içerisinde mümin farklı görüşleri olan kişilerle ilişki içinde olabilir, bu son derece doğaldır. İlişki içinde olduğu tüm insanlara karşı da nezaketlidir. Ancak kalben gerçek sevgi ve saygı elbette sadece iman edenlere yöneltir. Müminlerin tek dostu, velisi ve yardımcısı Allah, O'nun Resulü ve samimi olarak iman eden diğer müminlerdir. Ayette şöyle buyurulmuştur:
Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir. (Maide Suresi, 55)
Kalplerinde hastalık bulunanlar ise, Allah ve Resulüne çağırıldıklarında, "kaçabildiklerince kaçarlar." (Nisa Suresi 61) Elçiyi ve müminleri dost edinmek yerine, inkar edenlerle samimiyet kurarlar. Bu kişilerin inkar edenlerle dostluklar kurmalarının ardında ise pek çok sinsi plan vardır. Öncelikle, ayetlerde de buyurulduğu gibi, bu insanlar asıl olarak hangi tarafta olduklarına karar verememiş kimselerdir. Bir yandan müminlerle hareket ederken bir yandan da içten içe inkar edenlerin yaşam tarzına özlem duyarlar. Kesin kararlı olmadıkları ve bir gün müminlerle ilişkilerini tamamen koparma ihtimalleri olduğu için, diğerleriyle de ilişkilerini tamamen kesmezler. Gerçek anlamda iman eden bir kişininse yaşamı boyunca müminleri dost edineceği onlardan uzakta bir hayatı aklından bile geçirmeyeceği açıktır.
Nitekim Allah onların bu kararsızlığını "Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla...." (Nisa Suresi, 143) ayetinde bildirmektedir. Tedirginliklerinin bir diğer nedeni de inkar edenlerle gizliden gizliye iş birliği yaparak müminler aleyhinde tuzaklar kurmalarıdır. Bu şekilde müminlere zarar verebileceklerini, onların fikri mücadelelerine engel olabileceklerini sanırlar. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) dönemindeki münafıkların, Allah'ın Resulünden ayrı bir mescid edinmeleri ve burada müminler aleyhinde inkar edenlerle iş birliği yapmaları bu durumun örneklerindendir. Ayette şu şekilde bildirilmektedir:
Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), mü'minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve:
"Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)
Ayette de bildirildiği gibi, bu kimselerin en belirgin özelliklerinden biri de tüm bunları yaparken "iyi niyetli olduklarını" iddia etmeleridir. Oysa amaçları Müslümanlara fayda sağlamak değil, tam tersine inkar edenlerle iş birliği yaparak Müslümanlara engel olabilmektir. Gerçekten iyilik isteyen bir insanın,  Allah ve elçisinin yoluna uyacağı açıktır. Müminler Allah'ın ve elçisinin vaadinin hak olduğunu, muhakkak gerçekleşeceğini bilir ve yalnızca Allah'ı, elçisini ve müminleri sır dostu edinirler. Bu insanlar ise bir taraftan müminlerin arasında bir hayat sürerken bir taraftan da inkar edenlerle sıcak bağlantılarını gizlice devam ettirirler. Bu kişiler, insanlardan gizlediklerini Rabbimiz'den gizleyemeyeceklerini ise asla kavrayamazlar. Bilinçaltlarını da, gizli planlarını da tüm detaylarıyla Allah'ın bildiğini anlayamazlar. Onlar gizli konuşmalar yaptıklarını ve kendilerine gizliden gizliye dostlar edindiklerini zannederlerken de, Allah onların her anlarına şahit olmakta ve melekler de yaptıklarını kaydetmektedirler. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)
Yoksa onlar; gerçekten Bizim, sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (herşeyi) yazıyorlar. (Zuhruf Suresi, 80)
Oysa unutmamak gerekir ki, müminlere göstermeyip, inkar edenlere yönelttikleri sevgi ve ilgi, bu kişilerin ahirette büyük pişmanlık yaşamalarına neden olabilir. Bunlar, kişiyi doğru yoldan ayırabilecek, insanı muhakkak yapayalnız bırakacak sahte bağlardır. Dünyadayken bu gerçeği fark etmekten ısrarla kaçınanlar, hesap gününde pişmanlıklarını açıkça ifade edecek, ancak artık o gün onlar için geriye dönüp yaptıklarını telafi etme imkanı olmayacaktır. Ayetlerde şöyle buyrulmuştur:
O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım, vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim. Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız" bırakandır." (Furkan Suresi, 27-29)

Suni Krizler ve Kargaşa Ortamları Oluşturarak Müslümanları Meşgul Etmeye Çalışmaları

Daha önce Müslümanları pasifize etmek isteyen kişilerin, umursuz tavırlarıyla müminleri tedbir almaktan ve mücadeleden alıkoymaya çalıştıklarını belirtmiştik. Bu insanlar kimi zaman içinde bulunulan risklere karşı tedbir alınmasını engellemeye çalışırken, kimi zaman da ortada hiçbir konu yokken suni krizler oluşturarak müminleri tedirgin etmeye çalışırlar.
Söz konusu kişilerin en belirgin özelliklerinden biri korkak ve tevekkülsüz olmalarıdır. Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edemeyen bu insanlar, kader gerçeğini de tam anlamıyla kavrayamazlar. Yaşanan her anın, karşılaşılan her olayın Allah'ın takdir ettiği bir kader içinde gerçekleştiğini anlayamazlar. Oysa her insan günlük yaşamında umulmadık olaylarla karşılaşabilir. Kendisine bir haksızlık yapılabilir, bir iftiraya uğrayabilir, sözlü ya da fiili bir saldırıya maruz kalabilir… Allah'a tevekkül eden bir Müslüman, böyle durumlarda da kaderi unutmaz ve herşeyin Yüce Allah'ın kontrolünde olduğunu göz ardı edip korkmaz, sıkılmaz ya da üzülmez. Hayatının her anı gibi bunların da kaderin bir parçası olduğunu bilir ve başına gelenleri büyük bir olgunlukla karşılar. Hatta kimi zaman tevekkülden uzak bir insanın korkup kaygılanabileceği olaylarla karşılaşabilir. Örneğin, bütün mal varlığını bir anda yitirebilir, çocuğunu kaybedebilir, eğitim hayatı tehlikeye girebilir, işinden ayrılmak zorunda kalabilir, en yakınlarından birinin amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenebilir... Ama Müslüman hiçbir olay karşısında kaygılanmaz. Allah'ın her an yanında olduğunu bilir, O'na dayanıp, güvenir. Bütün bu ve benzeri durumlarda Allah'a karşı sarsılmaz bir tevekkül ve teslimiyet içindedir. Allah'ın kendisi için yaratmış olduğu kaderden kalben razıdır ve o kaderin hiçbir değişiklik olmadan işlediğini unutmaz. Allah, insanların yaşayacakları her olayın bir kitapta kayıtlı olduğunu ve insanların, kitaplarında yazılı olanlar dışında hiçbir şey yaşayamayacaklarını pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
...Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Allah'tan gereği gibi korkmayan bu kişiler ise, Allah'ın "Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir." (Haşr Suresi, 13) ayetinde bildirdiği gibi insanlardan çok yoğun şekilde korkarlar. Bu yüzden de Allah'ın "... Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının..." (Münafikun Suresi, 4) ayetinde dikkat çektiği gibi herşeyi kendileri aleyhinde sanırlar. Kuran ahlakını yaşamak konusunda gevşek davrandıklarından Müslümanların aralarında olmalarına rağmen Allah'ın, "Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur." (Tevbe Suresi, 56) ayetinde bildirdiği gibi korku ve endişelerle dolu bambaşka bir ruh hali içinde yaşarlar. Bu tedirginliklerini, suni krizler ve kargaşa ortamları oluşturarak müminlere de yansıtmak isterler. Korkak oldukları için en ufak bir konu onlar için kriz ve kargaşa demektir, herşeyin kader içinde yaşandığını düşünmezler. Bu kişiler ruh halleriyle sadece kendilerini değil kendileri gibi zayıf imana sahip başkalarını da etkileyebilirler. Ruh hallerinde baskın olan şiddetli panik ve korku halini özellikle onlara da hissettirmeye çalışırlar. Böylece taraftar edinmek için ortada korkacak ya da paniğe kapılacak bir durum varmış izlenimi oluşturarak tedirginlik meydana getirmeyi hedeflerler.
Allah'ın "... siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı..." (Hadid Suresi, 14) ayetinde bildirdiği gibi kuşkulara kapılmışlardır. Müminlerin -Allah'ın izniyle- üstün geleceklerine kalben inanmadıkları için, ilk bakışta aksilik gibi görünen her olayı abartılı şekilde sunarak, Müslümanların içinden çıkılması zor, çözümsüz bir durumla karşı karşıya kaldıkları izlenimini oluşturmaya çalışırlar. Kargaşa ve kriz ortamının Müslümanların gücünü azaltacak bir durum olduğunu düşündüklerinden, bu yöndeki en küçük bir gelişmeyi bile çok büyük bir felaketmiş gibi yorumlayarak, Müslümanlar içinde kargaşa meydana getirmek isterler. Halbuki iman edenler, şer gibi görülen bir olayın hayır, hayır gibi görülen bir olayın ise şer olabileceğini bildiklerinden, yaşadıkları her anın –ne tür zorluklar içerirse içersin- Rabbimiz tarafından pek çok hikmetle yaratıldığına iman ederler. Kadere teslim olup hiçbir endişeye kapılmadan yaşarlar. Kendilerini pasifize etmeye çalışan insanların kargaşa oluşturmaya yönelik her türlü tuzağının ise, "... Gerçekten Allah, kafirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır" (Enfal Suresi, 18) ayetinde buyurulduğu üzere neticeye ulaşmayacağının bilincindedirler.

Felaket Haberciliği Yaparak İman Edenlerin Azimlerini Kırmaya Çalışmaları

Din ahlakını tam anlamıyla yaşamakta çekimser davranan ve Müslümanları pasifize etmek isteyen insanların en belirgin özelliklerinden bir diğeri de sürekli olarak olumsuz konuşmalar yapmalarıdır. Din ahlakını tam anlamıyla kavrayan, Kuran'ı tüm hayatında uygulayan bir insan ise hiçbir zaman olumsuz düşünmez ve Allah'ın rahmetinden bir an olsun bile ümit kesmez. Bu, Allah'ın Kuran'da birçok ayetiyle bildirdiği önemli bir mümin özelliğidir:
… Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87) 
De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
Ümitsizlik, insanların maddi-manevi güçlerini zayıflatan, onlara moral bozukluğu, şevksizlik, karamsarlık ve mutsuzluk veren, iman etmeyenlere ait bir özelliktir. Pasifliği savunan insanlar kendileri ümitsiz oldukları gibi, Müslümanların da ümitsizliğe kapılmalarını ve bu şekilde şevklerini ve heyecanlarını kaybetmelerini hedeflerler. Müminlerin, yaşadıkları olaylarda hep hayır ve hikmet görmelerini ise anlayamazlar. Kendilerinin felaket gibi gördükleri olayların, aslında birçok yönden olumlu gelişmelere aracı olacak, Allah'ın çeşitli hikmetlerle yarattığı olaylar olduğunu bir türlü kavrayamazlar. Bu nedenle sürekli felaket haberciliği yapar, Müslümanları insanlardan korkmaya, fikri mücadelelerini bırakmaya çağırırlar. Müminleri ümitsizliğe düşürmek isteyenlerin, peygamberlerin döneminde de benzer konuşmalar yaptıkları Kuran'da bildirilen bir durumdur. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde de bazıları, müminleri ümitsizliğe sevketmeye çalışarak, onlara karşı insanların toplandığını söylemiş, kendi akıllarınca böylece müminleri mücadeleden alıkoymaya çalışmışlardır:
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Ayette de görüldüğü gibi, bu insanlar görünürde müminlere iyilik yapmakta, onları sözde "dostça" uyarmaktadırlar. Oysa, asıl amaçları müminlerin gözlerini korkutmak ve onları yıldırmaya çalışmaktır. Ancak salih müminler onların bu üsluplarının etkisi altında kalmazlar. Ayette de buyurulduğu üzere samimi olarak iman edenler, bu insanlara "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyerek, onların felaket haberciliği yapmalarından etkilenmezler. Rabbimiz Kendisi'ne teslim olan ve   tevekkül edenlere verdiği güzel karşılığı ise bir sonraki ayette şöyle bildirmektedir:
Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 174)
Pasifizmi savunanların sandıklarının tam tersine, iman edenler ve Allah'ın rızasına uyanlara bir kötülük dokunmaz ve onlar Rabbimiz tarafından nimetlendirilirler. Bu insanların, müminlerin zor durumda kalacaklarına dair yanılgılarının temel nedenlerinden biri ise, cahiliye ahlakını yaşayanların sayıca çok, salih müminlerin de sayıca az olmasıdır. Bu kişiler, sayıca fazla olmalarının inkar edenlere fikren bir üstünlük sağlayacağını zannederler. Oysa bunun ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu Allah Kuran'da bildirmiştir:
... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa    Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 249)
Söz konusu kişiler müminlere ümitsizlik vermek için, yapılacak olan her yeni hizmetin önünü kapamaya ve zor gibi göstermeye de çalışırlar. Örneğin İslam ahlakının anlatılacağı bir çalışma yapılmadan önce, insanların bu çalışmalara rağbet etmeyeceklerini, dolayısıyla böyle bir çalışmanın gerekli olmadığını iddia ederler. Böylece daha en başından müminlerin bu konudaki şevklerini kırmak amacındadırlar. Ya da Kuran ahlakını yaymak için yürütülen çalışmayı yavaşlatmak amacıyla, mümkün olabildiğince çok kişiye ulaşmak yerine, yavaş yavaş ne kadar kişiye ulaşılabiliyorsa o kadar insana anlatmanın yeterli olacağını öne sürerler. Gayeleri, müminleri ağırlaştırmak ve güçlenmelerini engellemektir. Sanki karşı tarafa yardım etmek ve bilgi vermek maksadıyla söylüyormuş gibi, yapılacak her işi baştan engellemeye çalışırlar. Tüm bunların sonucunda ise müminleri ümitsizliğe düşürerek azimlerinin azalmasını hedeflerler.
Ancak müminler bu tip ifadelerle ümitsizliğe kapılmazlar, tam tersine daha da şevklenirler. Çünkü insanın karşısına çıkan ve zorluk gibi görülen her olayı yaratan Allah'tır. Bu zorlukların tümünde salih müminler için bir hayır ve güzellik vardır. Ve müminler için, Allah'ın yardımıyla, aşılamayacak hiçbir zorluk yoktur. Bunu bilen müminler her zaman her konuda ümitvar olurlar. Dolayısıyla müminlerin üslubunda hiçbir zaman olumsuzluk olmaz. Her zaman yaptıkları hizmetlerin en mükemmel şekilde sonuçlanacağına inanırlar. Samimi olarak iman edenler ve peygamberlerin yoluna uyanlar, Rabbimiz'in kendilerini yardım ve zaferle müjdelediklerinin bilincindedirler. Rabbimiz, iman edenlere şöyle müjde vermiştir:
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. (Saffat Suresi, 171-172)