Pasif insanların özellikleri
Akıllarını Kullanmakta Pasif Olmaları
Müslümanların en önemli özelliklerinden biri akıl sahibi olmalarıdır. Akıl, zekadan farklı olarak, sadece samimi iman eden insanlarda Kuran'la hükmetmeleri sonucunda oluşan isabetli teşhis etme ve karar verme yeteneğidir. Ancak pasifist kişiler, Kuran ahlakının çok dışında bir anlayışa sahip olduklarından ne kadar taklit etmeye çalışsalar da akılcı davranışlarda bulunamazlar.
Çoğu tavırlarından, zihinlerinde ciddi bir pus olduğu, olayları sağlıklı düşünen bir insan gibi kavrayıp anlayamadıkları dikkat çeker. Karşı karşıya kaldıkları olaylardan, Müslümanların Kuran anlayışı içindeki teşhis ve anlayış şekillerinden çok daha farklı sonuçlar çıkarırlar. Samimi müminlerde olduğu gibi net bir şuur açıklığına sahip olmadıklarından, olayların Kuran'a göre taşıdığı hikmetleri düşünüp ortaya çıkarmaya akılları yetmez.
Akli bir pasiflik içinde olan kişilerin bu durumlarını ortaya koyan en önemli delillerden biri de çoğu zaman yüzlerinde taşıdıkları anlamsız, donuk ve boş ifadedir. Aklı açık, normal şuura sahip hiçbir insan yüzüne boş ve anlamsız bir ifade vermek istemez. Ancak söz konusu insanlar, bu ciddi zihin durgunluğu nedeniyle çoğunlukla yüzlerinde anlamsız bir ifade ile gezerler.
Müslümanlar arasında yaşayan pasifist insanların şuurlarındaki pus, kendileriyle diyalog içine giren insanlar tarafından da teşhis edilebilir. Örneğin sorulara verdikleri cevaplar çoğu zaman tam bir netlik taşımaz. Sorunun karşılığı olan cevap ya eksik olarak alınır ya da hiç alınamaz. Ayrıca bu insanların konuşurken dikkatlerini konuştukları konulara vermeyi başaramadıkları da hemen anlaşılır. Allah Kuran'da akılsız insanların bu hallerine şöyle dikkat çekmektedir:
Söz konusu insanlar olayları gerçek manada kavrama yeteneğinden yoksun oldukları için yüzlerinde sürekli bir şaşkınlık, panik ve kuşku ifadesi de göze çarpar. Kendilerinden son derece kolay bir iş yapmaları istendiğinde dahi paniğe kapılmaları, bu işi başarıyla sonuçlandırmalarına engel olur. Sıradan bir işi yaparken bile dikkat açıklığı olmadığı için, kendilerine ve çevrelerindeki insanlara ya da eşyalara kolaylıkla zarar verebilirler. Allah bir ayetinde, azgınlık içinde olanların şaşkınlığına da şöyle dikkat çekmiştir:
Samimi Müslüman olmak için Allah'a dua etmeyen, kalplerinde bu konuda bir istek duymayan insanlar, müminlerle uzun ve hikmetli sohbetler de yapamazlar. Dikkatleri çabuk dağıldığından hemen üzerlerinde bir sıkılma ve huzursuzluk hissedilir. Allah, gerçek anlamda iman etmeyen insanların taşıdıkları bu ruh halini şöyle bildirmektedir:
Pasifizmi savunan insanlar, özellikle Allah'ın ayetleri okunurken veya Allah anılırken bir an önce konuyu değiştirmeye, dikkatleri başka bir noktaya kaydırmaya çalışırlar. Aklen Allah'ın tüm varlıklar ve olaylar üzerindeki mutlak kontrolünü gerektiği gibi kavrayamadıklarından sohbet konusu seçmekte de zorlanırlar. Oysa bir Müslüman baktığı herşeyde Allah'ın sayısız delillerini görebilir. Aklı sağlıklı olduğundan insanlarla kolay ve samimi bir diyalog kurabilir; Allah'ın yarattığı her güzelliği, her nimeti görüp şevkle bu nimetleri anabilir. Ayetlerin ışığında hikmetli ve özlü konuşmalar yapabilir. Bu kişiler ise akıllarındaki durgunluk nedeniyle ancak suni konular tespit edebilirler ve bunlar üzerinde konuşabilirler. Örneğin giyim, müzik, magazin, siyaset, politika konularındaki bilgileri ya da gazetelerden okudukları köşe yazılarını ve haberleri aktarmakta zorluk çekmezler. Ama Allah'ı anmakta, Kuran ayetlerinin hikmetlerini anlatmakta, iman hakikatlerini dile getirmekte çekimser davranırlar. Elbette bir insanın toplumsal, siyasi, güncel her konuda sohbet edebilmesi, hoşsohbet olması güzeldir. Ancak burada normal olmayan, söz konusu insanların bu konuları Allah'ı anmaya tercih etmeleri ve bir kaçış olarak kullanmalarıdır.
Kuran'ı Hayata Geçirmekte Pasif Davranmaları
Müslümanlar içinde sürekli pasif bir ruh hali yaşatmaya çalışan ve bu yönleriyle tanınan kişiler Kuran'da yer alan ayetleri, Allah'ın emirlerini bilirler. Ancak müminlerden farklı olarak bu onlarda sadece bilgi olarak bulunur. Müslümanlara ait inanç şeklini ve güzel ahlak özelliklerini tam olarak benimsemez ve yaşamazlar.
Bu kişilerin Kuran'a uygun bir ahlaka sahip olmamaları, Müslümanlar arasında sürekli olarak bu yönleriyle dikkat çekmelerine, bozuk ahlak ve karakter yapılarıyla ön plana çıkmalarına neden olur. Pasiflikte direten bu insanlar, aslında en başından itibaren din ahlakını katıksız ve samimi olarak yaşamak için niyet etmemişlerdir. Bu, onların başından itibaren Kuran hükümlerini ve müminlere has ahlak özelliklerini benimsemelerine de engel olmuştur. Allah'ın emir ve yasaklarına uyuyor gibi görünseler de, aslında eskiden beri getirmiş oldukları cahiliye mantıklarını hayatlarından çıkarmazlar. Kuran ayetlerini, aslı olmayan bu cahiliye kurallarıyla birlikte açıklamak gibi sapkınca bir yola saparlar. Bu nedenle Müslümanların genel inanç ve anlayışlarından çok farklı bir anlayış geliştirirler. Menfaatleriyle çatışan, rahatlarını bozan bir olayla karşılaştıklarında hemen tevekkülsüz, sabırsız, korkak, paniğe kapılmış, küstah bir ruh haline bürünebilirler. Din ahlakını gerçek Müslümanlar gibi, Kuran'da bildirildiği doğru şekliyle yaşamaya razı olmazlar. Zaten ahlaklarına ve yaşam şekillerine bakıldığında Müslümanların genel hallerinden çok farklı oldukları hemen görülebilir. Kuran'a uyan Müslümanların samimi, teslimiyetli, akıllı davranışları, hikmetli konuşmaları ve Allah'a yakınlıkları bu kişilerde hissedilmez. Aksine çevrelerindeki insanlara din ahlakını benimsemiş bir kişinin yaşaması imkansız olan bir soğukluk, resmiyet, samimiyetsizlik, yapmacıklık ve gerilim hissi verirler.
Kuran'da, Peygamberimiz (sav)'in yanında yer alan insanlar arasında da bu karakterde kişiler olduğuna işaret edilmektedir. Bu kişiler Peygamber Efendimizin çok yakınında oldukları, O'nunla konuşabildikleri, O'nun tebliğlerine şahit oldukları halde, Kuran ahlakına uygun yaşamak konusunda ciddi bir pasiflik içinde olmuşlardır. Hatta Peygamber Efendimiz (sav) gibi mübarek bir insana karşı yalana başvurmakta bir mahsur görmemişlerdir. Allah münafık karakterine sahip insanların bu ahlaklarını şu şekilde deşifre ederek bizlere bildirmektedir:
Bu kişiler Peygamberimiz (sav)'i yakından tanımalarına ve Kuran ayetlerini bilmelerine rağmen, Hz. Muhammed (sav)'in hak peygamber olduğuna kalben inanmamışlardır. Ancak kendilerini belli bir süre Müslümanlardan gizlemek ve onların kendilerine sağladığı imkanlardan faydalanmak amacıyla Peygamberimiz (sav)'e karşı yalan söylemekte bir sakınca görmemişlerdir.
Bu insanlar sabır gösterme, tevazu, fedakarlık, sadakat, vefa ve benzeri mümin özelliklerini yaşama konusunda da hep geridedirler. Hareketlerinde cahiliye karakteri, alışkanlıkları, tepkileri ve tavırları hakimdir. Örneğin, tevazunun nasıl olması gerektiğini bilmelerine rağmen kibirli, kendi aklını beğenen, yanına yaklaşılıp samimi diyaloğa geçilemeyen bir insan olurlar. Ne şekilde sabır göstermeleri gerektiğini bilmelerine rağmen son derece aceleci, beklemekte zorlanan, taleplerinin hemen gerçekleşmesini isteyen yüzeysel bir kişilik gösterirler. Aynı şekilde tevekküllü ve kaderin işlediğini bilen bir insanın genel halini çok iyi bilmelerine rağmen sürekli bu konuda sorun yaşayan, olayların sonucunu beklemeye dayanamayan, yaşadıklarını hayır gözüyle değerlendirmekte zorlanan bir yapı sergilerler. Hemen paniğe kapılır, şüpheye düşer ve korkarlar. Allah'ın, meydana gelen tüm olaylardaki mutlak kontrolünü kavrayamadıklarını tepkileriyle açık bir şekilde belli ederler.
Her konuda vicdana uyarak hareket etmek güzel ahlakın temelidir ve Müslüman özelliğidir. Müslümanların arasındaki pasifist insanlar ise vicdanlarını tam olarak kullanmazlar. Kolaylarına gelen konularda vicdanlarına uyar, nefislerine ağır gelen, çıkarları ile çatışan ya da üşendikleri konularda uymazlar. Örneğin bu insanlar affediciliği, mutedil bir ahlakı anlatabilir, konuyla ilgili ayetleri de söyleyebilirler. Ne var ki böyle bir ahlakın gösterilmesi gereken bir an geldiğinde nefislerine uyarlar. Örneğin vicdanları diğer Müslümanlar gibi canlı olmayı, her konuda tam bir Müslüman şevki içinde yaşamayı söylerken bu insanlar nefislerine uyarak işleri yavaşlatmayı, ağırdan almayı çıkarlarına daha uygun bulurlar. Oysa gerçek bir Müslümanın vicdanı, nefsine daima üstün gelir. Allah bir ayetinde Müslümanların bu ahlak özelliğini şöyle bildirmiştir:
Müslüman öfkesini yener, kindar değildir. Nefsindeki kötülükleri yenmekten de büyük zevk alır. İnsanları affetmekten, bağışlamaktan, onlara karşı hoşgörülü olmaktan hoşlanır. Çünkü Allah Kuran'da Müslümanlara şöyle emretmiştir:
Din ahlakını yaşamakta pasif davrananlar bu konulara da gereken önemi göstermez, nefislerine ters düşen durumlarda bir anda tüm kinlerini ve öfkelerini ortaya dökebilirler. Kimi zaman da olumlu ya da olumsuz hiçbir tepki vermeyerek iyice pasif bir tavır içine girerler. Böylece Müslümanlar için önemli olan konuların kendilerini ilgilendirmediği mesajını vermiş olurlar. Manevi değerlere karşı yapılmış sözlü bir saldırı karşısında dahi haklı bir öfke duymazlar. Amaçları, bu ilgisiz halleriyle, duyarsız, tepkisiz olmanın makbul olduğunu çevrelerindeki zayıf kişilere sinsice hissettirmektir. Bu metodla başka insanları da pasifliğe sürükleyebileceklerini düşünürler. Oysa bu tarz tepkilerin ne anlama geldiğini çok iyi bilen basiret sahibi Müslümanlar, çevrelerinde din ahlakını yaşamak konusunda çekimser kalan, münafık karakterli insanları gördükçe daha dikkatli ve temkinli hareket etmeye başlarlar.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da bu insanların güzel ahlak sergilememeye özellikle itina etmeleridir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu kişiler insaniyeti, fedakarlığı, sadakati, merhameti, sabrı kısaca güzel ahlakı bilmeyen insanlar değillerdir. Aksine bunların her birini çok iyi bilir, sorulduğunda Kuran'da yer alan ayetlerle anlatabilirler. Fakat hem imani zaafiyet içinde oldukları hem de Müslümanlara kendilerince değer vermediklerini vurgulamak için bunları kasten uygulamazlar. Yoksa bu insanlar karşılığında yüklü bir maddi çıkar elde edeceklerini bilseler, gereken her türlü fedakarlığı yaparlar. Kendilerinden istenen ahlakı kusursuz denecek bir şekilde yerine getirirler. Örneğin çıkar elde edecekleri kişi bir şirketin üst düzey yöneticisi ise o kişinin her dediğini eksiksiz yerine getirir, son derece uyumlu bir tavır sergiler, o kişinin her türlü tavrına karşı alttan alan, itaatli ve tevazulu bir tavır içinde olurlar. Bunları yapmaları onların güzel ahlakını göstermez elbette. Aksine gerektiğinde güzel davranmayı bildikleri halde bunu uygulamamaları, bu kişilerin sinsiliğinin açık bir delilidir.
Bu kişilerde dikkat çeken bir önemli nokta da -Kuran ahlakından son derece uzak olmalarına rağmen-, nefislerine zor gelen bir durum oluştuğunda, ayetleri Müslümanlara karşı kullanarak kendilerini savunmaya kalkışmalarıdır. Bu durumda karşı tarafa; yaptıklarının kaderde olduğunu, hataları kendi istekleriyle yapmadıklarını, kendilerine karşı mutlak bir hüsn-ü zanla yaklaşılması gerektiği yönünde hatırlatmalar yaparlar. Amaçları karşı tarafın tebliğini engellemek, kişiyi konuşamaz, Kuran'la hatırlatma yapamaz hale getirmektir. Oysa Müslümanlar herşeyin kaderde olduğunu ve Allah'ın izniyle meydana geldiğini zaten bilirler. Ancak dünyadaki imtihanlarının bir gereği olarak olayları görünen şekilleriyle ve Kuran'da verilen ölçüler doğrultusunda değerlendirirler. Bu nedenle Müslümanları pasifize etme amacı taşıyabilecek her türlü tavra ve münafık alametlerine karşı her an dikkatli olmak ve gereken tedbirleri almak durumundadırlar.
Allah Kuran'da, "(Sözde) Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında çaba harcamış olanlar..." (Sebe Suresi, 5) ayetiyle bu kişilerin doğruları perdelemek ve Müslümanların hareket kabiliyetlerini kısıtlayıp onları pasifize etmek amacıyla "acze düşürücü çabalar harcadıklarını" bildirmektedir. Genel ahlakları nedeniyle; yanlarında okunan ayetleri ve bunlara ait açıklamaları -ileride kendilerini temize çıkarmaları gerektiğinde kullanmak amacıyla- dinleyen ve akıllarında tutan söz konusu kişilerin bu şeytani çabaları hiçbir şekilde sonuç vermez. Bu kişilerin, ayetleri kendi çarpık zihniyetleri doğrultusunda yorumlamaya kalkıştıkları bir ayette şöyle haber verilmiştir:
Salih Ameller Yapmak Konusunda Şevksiz ve İsteksiz Olmaları
Allah Kuran'da pek çok ayetle salih amellerde bulunmanın önemini bizlere hatırlatmıştır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Din ahlakını tam olarak kabullenmeyen insanların en dikkat çeken özelliklerinden biri ise, salih amel konusundaki isteksizlikleri ve ağırlıklarıdır. Allah"Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır..." (Nisa Suresi, 72) ayetiyle Müslümanlar arasındaki bu tür şahıslara dikkat çekmiştir. Bu insanlar hayırlı işler yapmak konusunda son derece çekimser bir tutum gösterirler. Kendi çıkarları için olmadığı sürece Müslümanların faydasına olacak bir iş yapmaya yanaşmazlar. Allah ayetinde salih amellerde bulunanlar ile çekimser davranan insanlar arasındaki farkı şu şekilde bildirmiştir:
Söz konusu insanlar her an müminleri bırakıp, cahiliye yaşantılarına geri dönme kapısını açık bıraktıklarından, yapacakları salih amelleri kendilerince boşa harcanan bir vakit olarak görürler. Eğer çok çalışır ve emek harcarlarsa ileride pişmanlık duyabileceklerini hesaplar ve bu nedenle hizmet konusunda son derece gevşek ve isteksiz olurlar.
Allah'a kesin bir bilgiyle inanan bir insan ise Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmak için elinden gelenin en fazlasını yapmak ister. Bir işi bitirip hemen diğer bir hayırlı işe geçer; olabilecek en süratli, en kapsamlı ve en doğru şekilde dine hizmet eder. Allah'a olan bağlılığını elinden gelen en hayırlı hizmetleri yaşamına sığdırarak göstermek için ciddi bir çaba harcar. Daima İslam'ın, Müslümanların yararına düşünür, tüm insanların barış, dostluk, güven ve huzur içinde yaşamaları için fikirler getirir ve bunları uygular. Bu nedenle gerçek dindarlığın önemli alametlerinden biri Allah rızası için yapılan hizmetlerdeki şevk ve istektir.
Ancak kalbinde hastalık olan insanlar, karşılıksız yapacakları hayırlı bir hizmet girişiminde bulunmazlar. Kalplerinde onları karşılıksız hizmete yöneltecek güçte bir Allah sevgisi ve korkusu yoktur. Bu nedenle karşılıksız olarak yorulmak, gerektiğinde uykusuz kalmak, fedakarlıkta bulunmak ağırlarına gider. "Eğer dünyevi bir menfaatim olmayacaksa neden kendimi yorayım" şeklinde sapkınca düşündükleri için üzerlerinde daima bir yavaşlık olur. Maddi kazanç elde etme ihtimali olan işler için gece gündüz uykusuz kalmayı, yorulmayı hatta her türlü fedakarlığı göze alırken, Allah rızası için yapılacak bir hizmeti kendilerince büyük bir yük olarak görür ve yaptıkları her işte müminleri minnet altında bırakmak isterler. Ancak elbette ki bu hiçbir iş yapmazlar anlamına da gelmez. Bu sinsi karakterli insanlar kendilerini çevrelerine dindar gösterecek, dikkat çekmeyecek kadar hizmet eder ve minimum emek sarf ederek hayatlarını sürdürmek isterler. Çoğu zaman da kendilerini belli etmemek için çeşitli entrikalara başvururlar. Hastalık, yeteneksizlik, beceriksizlik, kavrama güçlüğü çekme gibi bahanelerle kendilerini her zaman geride tutarlar. Böylece hayır işlemeyi istediklerine ama beceremediklerine ve zeka olarak da kavrayamadıklarına Müslümanları inandırmaya çalışırlar. Allah bu sinsi mantığı kullanan insanlara, Asr-ı Saadet döneminde yaşayan münafıkların Peygamberimiz (sav) ile birlikte bir savaşa girmekten nasıl kaçındıklarını bildirerek dikkat çekmiştir:
Münafık karaktere sahip bu insanların cahiliyeye olan sevgileri Allah'a olan sevgilerinden daha güçlüdür. Bu nedenle cahiliye ahlakının yaşandığı ortamlardaki hareketlilikleri, canlılıkları, neşeleri müminlerin arasındayken yerini bıkkınlığa, üşengeçliğe ve ağırlığa bırakır. Bu karakterdeki insanların Allah anıldığı zaman öfke duydukları, Allah'ın anılmadığı ortamlarda ise sevince kapıldıkları bir ayette şöyle bildirilmiştir:
Gerçek dindarlar ise, Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanacak olmanın umudu ve sevinci ile, her anlarında çok şevkli, canlı ve çalışkandırlar. Allah ayetlerde müminlere şöyle buyurmuştur:
Allah bir başka ayetinde ise müminlere "…hayırlarda yarışınız..." (Bakara Suresi, 148) diye emreder. Bu ayetlere uyan müminler, bir an dahi boş kalmadan, gün boyunca sürekli olarak hayırlı işlerin peşinde olurlar. Her konuda birbirlerine öncelik tanıyan, asla rekabet içinde olmayan müminler, hayır işlemek ve iyilik yapmak konusunda birbirleriyle yarış içindedirler. Her an bir ecir kazanmak için fırsat kollar, hiçbir zaman üşenmeden, başkasına bırakmadan, ertelemeden önlerine çıkan her salih ameli yerine getirirler. Yorulduklarında ise, bunu dile dahi getirmeden başka bir işle yorulmaya devam ederler. Yaptıklarından dolayı ise hiç kimseyi minnet altında bırakmaz, kimseye iyilik yapıyormuş edasında olmazlar. Aksine Allah'a, Allah'ın rızasına ve rahmetine ve ölmeden önce toplayacakları sevaplara muhtaç olduklarını bilerek, tevazu ve kanaatkarlık içinde, hiç kimseden tek bir teşekkür dahi beklemeden salih amellerde bulunurlar.
Görüldüğü gibi din ahlakını benimsemeyen, "Allah'a bir ucundan ibadet eden" (Hac Suresi, 11) insanlar ile, gerçek, samimi müminlerin halleri, tavırları ve dünyaya bakış açıları tamamen birbirinden farklıdır. İlk bakışta her ikisi de Müslümandır, her ikisi de dindar olduğunu, Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğini söyler. Ancak Kuran'a göre değerlendiren bir insan için, dinin özünü yaşayan ve kendini tam olarak Allah'a teslim etmiş bir kişiyle, sahte dindarlık gösteren kişi arasındaki fark açıktır.
Zorluk Dönemlerinde Bahaneler Öne Sürerek Geri Kalmaları
Pasifizm taraftarları İslam'ı ve Müslümanları ilgilendiren konularda geride kalmayı tercih eden insanlardır. Hep dıştan, sinsi bir gözle ses çıkarmadan gelişmeleri izlemeyi tercih ederler. Hiçbir zaman olaylara müdahele eden, zararı ya da tehlikeyi ortadan kaldırmak için akıl kullanan kişiler olmazlar. İslam'ın menfaatini korumaya yönelik bir yaklaşımları olmaz. Bir insanın sonsuz cennet hayatını kaybetmesine, imanını yitirmesine sinsice seyirci kalırlar. Müslümanların faydalı çalışmalarına ve güzel çabalarına şahit oldukları halde kendileri tembelce oturmayı tercih ederler. Uyguladıkları sistem, ya kolay işlere talip olmaktır ya da birtakım aslı olmayan bahaneler ortaya atarak salih amellerden uzak durmaktır. Allah onların cahilce bir uyanıklık içinde izledikleri bu politikalarına karşı Müslümanları uyarır. Onların, Kendi Katında, çalışkan, her işi kusursuz denecek bir itina ve çaba ile tamamlayan Müslümanlarla bir olmadıklarını haber verir:
Müslümanları cahilce yöntemlerle kandıracaklarını uman bu karakterdeki kişiler için elde ettikleri küçük bir çıkarın ya da kazancın önemi çok büyüktür. Onlar biraz daha fazla oturmak, biraz daha az iş yapmak ya da yaptığını biraz daha az zaman harcayarak baştan savma bir şekilde bitirmekle kazançlı olduklarını zannederler. En önemlisi de bu şekilde kendilerince uyanıklık yaptıklarını, kendilerini yormayarak, samimi Müslümanlar gibi dikkat ya da irade sarf etmeyerek en doğru işi yaptıklarını zannederler.
Bu kişilerin asıl amaçları Müslümanlar içinde pasif bir harekete öncülük etmek olduğundan, bu amaçlarına uygun her türlü ahlaki zaafı gösterirler. Örneğin Müslümanlar Kuran ahlakının tebliğ edilmesi, insanların kalplerinin İslam ahlakına ısındırılması için tüm gayretleriyle çalışırlarken, onlar aksine, Müslümanların bu çalışmalarından kaçmanın yollarını ararlar. Bu amaçla akla gelmedik bahaneler ortaya atmakta da bir mahsur görmezler. Allah, Müslümanlarla bu kişiler arasında en belirleyici özelliklerden birinin iki grup arasındaki şu fark olduğunu haber vermektedir:
Ayetlerden anlaşıldığı gibi bu insanlar Müslümanların harcadığı gibi samimi bir çaba harcamak niyetinde olmadıklarından hemen bahaneler öne sürerek kaçma eğilimi gösterirler. Kuran'da Peygamber Efendimiz (sav) döneminde de yaşamış olan bazı zayıf karakterli kişilerin öne sürdükleri kimi bahaneler şöyle bildirilmektedir:
Cahiliye yaşamından kopamayan, dünya hayatına duydukları tutkulu bağlılıktan uzaklaşamayan bu insanlar, dünyayı ahirete tercih ettiklerini açık açık ifade edemezler. Bu nedenle niyetlerini, ortaya attıkları çeşitli bahanelerle iman edenlere hissettirirler. Yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi; kimi bedensel olarak diğer Müslümanlar gibi güçlü ve sağlıklı olmadığı, kimi havanın sıcak olmasının sağlığı için olumsuz etkisi olduğu gibi bahaneler ortaya atarak, kimi de sosyal durumunun İslam ahlakını gereği gibi yaşamasına engel olduğunu, diğer Müslümanlar gibi çaba göstermesini engellediğini öne sürerek kaçar.
Bu kişiler izin isterken öne sürecekleri bahaneyi ve kullandıkları ifadeleri de sinsice seçerler. Öne sürdükleri bahanelerle Müslümanları pasifize edebileceklerini, onların kendilerine hak vereceklerini zannederler. Nitekim Kuran'ı iyi bilmeyen bir insan bu kişilerin izin isterlerken kullandıkları mantıkları ya da ortaya attıkları bahaneleri makul karşılayabilir. Oysa Kuran'da anlatılan münafık karakterini çok iyi tanıyan Müslümanlar, söz konusu kişilerin din ahlakından uzaklaşmak amacıyla kullandıkları bu ifadelerin, onların gerçek niyetlerini ortaya koyduğunun farkındadırlar. Bu esnada Allah'ın adını anarak sözde samimiymiş gibi görünmeye çalışmaları, sürekli yemin etmeleri de Müslümanlar için önemli bir delildir. Çünkü Allah Kuran'da bu yönlerine de dikkat çekmiştir.
Peygamberimiz (sav) döneminde de münafıklar benzer taktiklere başvurmuşlardır. Bu insanlar kendilerince samimi olduklarına Hz. Muhammed (sav)'i inandırarak, O'nun kendilerine hak vermesini sağlamaya çalışmışlardır:
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi münafık karakterli insanlar, yeminler ve süslü ifadeler kullanarak kendilerini iyi niyetli ve imanlı göstermeye çalışırlar. Ancak Allah, verdiği bu örneklerle onların gerçek niyetlerini tüm Müslümanlara deşifre ederek bildirmektedir.
Sevgi ve Saygı Göstermekte Pasif Olmaları
Pasifist kişilikleriyle Müslümanlar içinde ayrı bir yapı ve kültür oluşturma çabasında olan kişilerin tanınmasında belirleyici olan diğer bir faktör de bu kişilerin iman edenlere karşı mesafeli yaklaşımlarıdır.
İman edenler ahirette sonsuza kadar birarada yaşamanın umudu içinde olan insanlardır. Onların bu heyecanları henüz dünyadayken ruhlarını sarar. Onları birbirlerine kenetler Allah müminlerin, "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağladıklarını" (Saf Suresi, 4) bildirerek, iman edenler arasındaki yakınlık, samimiyet ve dostluğa dikkat çekmiştir. Allah Müslümanlar arasındaki bu güçlü bağı Kuran'da şöyle ifade etmektedir:
Müslümanların arasındaki bu derin ve Allah'a imana dayalı güçlü bağ, beraberinde birbirlerine yoğun bağlılık, sevgi ve saygıyı getirir. Ancak Müslümanlar arasındaki sevgi ve saygı cahiliye insanlarında görülen geçici ve güçsüz temellere dayalı sevgi gibi değildir. Yaşanılan sevgi, tümüyle Allah'a olan derin sevgi ve korkuya dayalı son derece güçlü bir histir. Müslümanlar Allah'a olan iman ve sadakatlerinden kaynaklanan bir sevgiyle birbirlerini severler. Karşılarındaki kişilerde gördükleri iman alametleri ne kadar güçlüyse o kişilere olan güvenleri, sevgi ve saygıları da o derece güçlü olur.
Allah Kuran'da sevgi duyarlılığına sahip olmayı üstün bir meziyet olarak bildirir:
Ancak karşısındaki insanlara iman gözüyle bakmayan, Müslümanların Allah'ın rızasını kazanmak için gösterdikleri samimi gayreti değerlendirmekten yoksun olan kişiler, onlara karşı sevgi ya da bağlılık hissetmezler. Bu tarz insanlar maddi çıkar elde edemedikleri bir insana bağlanmayı akılcı bulmazlar.
Bu kişiler yalanlarıyla sevgisizliklerini ne kadar perdelemeye, gizlemeye çalışsalar da soğuk ve sevgisiz bakışları ve Müslümanlarla samimi diyalog kuramamaları ile asıl niyetlerini göstermiş olurlar. Özellikle kişiliklerinde baskın olan soğuk, duyarsız ve insanlardan uzak yapı, bu insanların gerçek karakterleri hakkında Müslümanlara ciddi alametler vermektedir. Müslümanların genelinde hakim olan sıcak, sevecen, samimi dostluk yerine, bu kişilerde soğuk, ters, uzak ve farklı bir kişilik hakimdir. Sevgi ifade etme yeteneklerinin olmamasından dolayı normal insanların gözlerinde oluşan sevgiyi ifade eden sıcak ve dostane anlam bu kişilerde oluşmaz. Aksine kurnaz, bilgiç, resmi, anlamsız, soğuk ve esrarengiz bakışlarıyla Müslümanları izlerler. Hz. Muhammed (sav) zamanında yaşayan bazı kimselerin, Kuran'ı dinlerken Peygamber Efendimize yönelttikleri bakışları bu durumun örneklerindendir. Rabbimiz, bu ahlaktaki kişilerin bakışlarına şöyle dikkat çekmiştir:
Genel anlamda bakıldığında Müslümanların hiçbiriyle samimi bir ilişki kuramadıkları, yakın diyebilecekleri bir dostlarının olmadığı görülür. Bu kişilerin kurdukları dostluklar daha sonraki sayfalarda üzerinde duracağımız gibi, kendileri gibi zayıf buldukları kişileri taraftarları haline getirerek pasifize etmek amaçlıdır. Allah kalbinde hastalık olan insanların birbirlerini tanıyıp kolladıklarına ve birbirlerine yakınlık gösterdiklerine ayetlerde şöyle dikkat çekmektedir:
Salih Müslümanların Kuran'a dayalı olan ahlak anlayışlarında sevginin, samimiyetin ahirete yönelik güçlü bir dostluğun son derece önemli yeri vardır. Müslümanlar samimi bir insanı güzel bakışlarından, sevgi duyarlılığından ve yakınlığından tespit edebilirler. Bu ölçülerin dışındaki insanlara; yani yukarıda saydığımız şekilde soğuk, mesafeli, sevgisini hissettirmeyen bir kişilik sergileyenlere ise haklı olarak kuşkuyla bakarlar. Onların bu mesafeli tavırlarının altında din ahlakına ve Müslümanlara karşı besledikleri buğz ve kin olduğundan şüphelenirler. Allah Müslümanlara, bu kişilere güvenip onları sırdaş edinmemelerini emreder ve içlerinde yaşadıkları hainliğin dışa yansıttıklarından çok daha büyük olduğunu haber verir:
Allah'ı Anmamaları
Müslümanların en önemli özelliklerinden biri sürekli olarak Allah'ı anmalarıdır. Onlar konuşmalarında daima Allah'ı över, O'nu en içten bir saygıyla yüceltirler. Müslümanlar arasında pasifizmi yaymaya çalışan kişiler ise Allah'ı olabildiğince az anarlar. Hatta Allah'ın anıldığı ortamlardan mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışırlar. Bir ayette şöyle buyurulmuştur:
Allah'ın ayette bildirdiği gibi şeytan bu insanları sarıp-kuşatmıştır ve onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. (Mücadele Suresi, 19) Yeme, içme, giyim kuşam, müzik, spor gibi konularda son derece neşeli ve coşkulu konuşmalar yapan bu insanlar, Allah'ın anıldığı sohbetlerde aynı canlılık ve şevk içinde olmazlar. Son derece durgun ve tutuk bir üslup kullanırlar. Fakat tamamen suskun kalmaktan da çekindiklerinden olabildiğince ezbere konuşmalar yapar, konuyu bir an önce başka yönlere çekerek değiştirmeye çalışırlar. Bu insanların samimi olarak Allah'ın Zatı'nı övdüklerini, yüceliğini anlattıklarını duymak neredeyse mümkün değildir. Konuşmaları Müslümanlardan farklı olarak samimiyetten uzak, yapmacık bir üslupla dini konular üzerine kendilerince felsefe yapmaya (İslam dinini tenzih ederiz) yöneliktir. Allah'ın ismini zikretmekten, imani konuları, güzel ahlakı konuşmaktan bilinçli olarak kaçınırlar. Çünkü kalben tam olarak benimsemedikleri bir inancı savunmak ve anlatmak gururlarına ağır gelir. Bu nedenle de Allah'ı anarken çoğu zaman hafızalarında saklı kalan bilgileri, başkalarından duydukları belli kalıplarla dile getirir, samimi bir konuşma yapamazlar.
Müslümanların ise kalplerinde ve düşüncelerinde sürekli Allah olduğu için dile getirdikleri düşünceleri de hep samimi kanaatleridir. Allah Kuran'da müminlerin bu düşünce şekillerini, "Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191) ayetiyle haber verir. Bir başka ayetinde ise Allah, müminlerin kalplerinin ancak Allah'ı anarak tatmin olduğunu bildirmektedir:
Müslümanların Allah'a olan sevgisi, pasifizmi savunan insanların ticarete, eşlerine, dostlarına, ailelerine ya da herhangi bir konuya duydukları düşkünlük ve sevgiyle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür. Bu yüzden de düşüncelerinde ve dillerinde sürekli Allah'ın zikri vardır. Allah bir ayetinde gerçek dindarların Allah'a duydukları sevginin gücünü şu şekilde bildirmektedir:
Gerçek dindarların aksine pasifist bir karakter sergileyen kişiler, kendileri Allah'ı anmaktan uzak oldukları gibi başkalarını da alıkoymaya çalışırlar. Allah, "Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir?..." (Bakara Suresi, 114) ayetiyle söz konusu insanların bu yönlerine Kuran'da dikkat çeker.
Bu kişiler Allah'ın "... sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın" (Muhammed Suresi, 30) ayetinde bildirdiği gibi Müslümanlardan tamamen farklı olan konuşma üslupları ile tanınırlar. Kullandıkları tarz, onların Müslüman ahlakında olmadığı hissini verir. Müslümanların asla tenezzül etmeyecekleri, basit şeylere fazlasıyla değer verdiği hissi uyandıran, olayların Allah'ın kontrolünde olduğunu unutmuş bir insanın kullanabileceği bir konuşma tarzları vardır. Birkaç kitap ya da gazete okuyarak elde ettikleri bilgileri karşı tarafa süslü cümleleriyle, imani sıcaklık ve tevazudan uzak soğuk ve entel üsluplarıyla anlatırlar. Onlar bunu Müslümanlara karşı bir "sükse yapma" vesilesi ya da bir üstünlük olarak görseler de bunların hiçbiri kalplerinde, bekledikleri rahatlamayı ve huzuru sağlamaz. Onların vicdanlarındaki derin baskıyı ve sıkıntıyı kaldırmaz. Aksine sürekli huzursuz ve korku içinde yaşamalarına neden olur.
Olumsuz Telkine ve Vesveseye Açık Olmaları
Din ahlakını tam anlamıyla yaşamakta çekimser davranan kişilerin imani zaafları, cahiliye inancına sahip insanların olumsuz telkinlerine de açık olmalarına neden olur. Kendilerine dinin gerekli olmadığı, sadece dünyaya bağlı bir hayat şeklinin yeterli olacağı yönünde sapkın açıklamalar yapılsa, bunu seve seve tasdikleyebilirler. Ya da bir kişi bu kimselere gidip "ben inkarcı oldum, artık dine ve ibadetlerin gerekliliğine inanmıyorum, cahiliye mantığında bir hayat yaşayacağım" dese, bu da onların hoşuna gider. Bu ve benzer telkin ve teklifler karşısında bu kişilerin iradesi hemen kırılır ve din ahlakından uzak yaşayan insanlara kolayca uyum sağlarlar. Bu tip insanların, namaz kıldıkları veya bazı ibadetleri yerine getirdikleri için Müslüman olduklarını ve böyle rahmani olmayan çağrıları hoş karşılamayacaklarını düşünmek ise safça bir düşünce olur.
Bu kişiler çevrelerinde gördükleri geleneklerin etkisiyle doğrudan dini inkar etmekten belki çekinebilirler. Ve bu nedenle "Kuran ahlakından uzak bir hayat yaşa" diyen kişiye karşı usulen bir tepki verebilirler. Ama usulen karşı çıksalar da, pratikte cahiliyedeki gibi bir hayat tarzı gördükleri takdirde bunu sevinçle karşılarlar. Böyle bir hayat yaşamak için şiddetli bir istek duyarlar. Açık açık "biz inkarcı olduk, dine ve Kuran'a inanmıyoruz" diye açıklamasalar da, bu hayatın içinde yaşayan insanların gösterdikleri cahiye ahlakını, çirkin davranış biçimlerini, batıl inanç şekillerini benimseyen ve destekleyen bir hayata olumlu bakarlar. Çevrelerindeki kişilerin ahiretin varlığını tamamen unutup dünyaya bağlanmalarından, salih amellerde bulunmak yerine boş ve amaçsız bir hayat yaşamalarından, hırsla dünya mallarını çoğaltmalarından, itibar kazanmak için hayasızca işler yapmalarından ya da Allah'ı razı etmek yerine insanları razı edecek bir hayat sürdürmelerinden rahatsız olmazlar. Hatta kalplerinde hastalık olan insanlar, böyle bir yaşam tarzı sürdüren insanların bu sapkın anlayışlarını ve dünya görüşlerini desteklediklerini çeşitli şekillerde onlara belli ederler. Allah Kuran'da böyle insanların durumunu şöyle açıklamaktadır:
Allah imandan sonra şeytani telkinlere aldanarak cahiliye inancına dönen insanların her dönemde Müslümanların yakınında bulunabileceklerine pek çok ayetinde dikkat çeker. Kuran'da dikkat çekilen bu insan topluluklarından biri de Hz. Musa'nın kavmi içinde yaşayan zayıf iradeli insanlardır. Bunlar, Allah'ın sevdiği ve seçtiği, üstün ve güzel ahlaklı Hz. Musa'nın tebliğini ve manevi eğitimini birebir alan, gösterdiği mucizelere şahit olan insanlardır. Hz. Musa bu insanları, Allah'ın izniyle "kendilerini dayanılmaz işkencelere uğratan" Firavun'un esaretinden kurtarmış, onlara Allah'ın ayetlerini tebliğ etmiş ve hidayetlerine vesile olmuştur. Fakat Hz. Musa Allah'tan vahiy almak üzere kavminden ayrıldığında bu insanlar, Hz. Musa'nın yokluğunu fırsat bilerek Samiri adındaki sapkın inançları olan birinin şeytani telkinlerine kapılmışlardır. Kendisini son ana kadar dindar biri gibi tanıtmış olan Samiri'nin sapkın telkinleri, birçok insanı etkilemiş ve onları Allah'a şirk koşmaya yöneltmiştir.
Allah Hz. Musa'ya kavminin bu durumunu, "Dedi ki: "Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı." (Taha Suresi, 85) şeklinde buyurarak haber vermiş ve bunun üzerine Hz. Musa kavmine geri dönmüştür. Bundan sonra olanları Allah ayetlerinde şöyle haber verir:
Görüldüğü gibi bu insanlar, sözlerinden kendiliklerinden dönmediklerini, Samiri'nin etkisiyle bunu yaptıklarını dile getirmişlerdir. Samiri'nin sapkın telkinleriyle imanlarından dönüp bir buzağı heykelini ilah edinir duruma gelmişlerdir. Samiri denilen sapkın kişi ise "... Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi." (Taha Suresi, 96) ifadesinden de anlaşılacağı gibi nefsine uyan bir kişidir. Bu topluluk vicdanlarını kullanmadıklarından bir kişinin telkinlerinin vesile olmasıyla Allah'a kulluktan vazgeçip kendi yaptıkları bir buzağı heykeline yönelme sapkınlığına kapılmışlardır. Ancak Hz. Musa aralarına döndüğünde, içine düştükleri durumu anlamalarına vesile olmuştur.
Hz. Musa'nın kavminin bir başka sapkınlığı da, Allah kendilerini denizden geçirerek, Firavun'u suda boğduktan sonra, yine doğru yoldan sapıp cahiliye insanlarına özenmeye başlamalarıdır. Bu özentileri o kadar ileri bir boyuta varmıştır ki, putlara tapan bir topluluk gördüklerinde, Hz. Musa'dan kendilerine put yapmasını isteyecek kadar çirkin bir cesaret ve ahlaksızlık gösterebilmişlerdir. Konuyla ilgili Kuran'da bildirilen ayetler şu şekildedir:
İmani zaafiyet içinde olan bu insanların putlara ibadet eden bir topluluğu görmeleri sapmalarına neden olmuştur. İçlerinde hemen, bu sapkın inanca karşı bir eğilim meydana gelmiştir. Din ahlakından uzaklaştıran telkinlerin etkisine kapılmak, tarih boyunca pasifizmi savunan tüm insanların ortak bir özelliğidir.
Allah, Kuran'da bu insanların fitneye açık karakterlerini, "Eğer onlara (şehrin her) yanından girilseydi sonra da kendilerinden fitne (karışıklık çıkarmaları) istenmiş olsaydı, hiç şüphesiz buna yanaşır ve bunda pek az (zaman) dışında (kararsız) kalmazlardı." (Ahzab Suresi, 14) ayetiyle bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah "... Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı (balıklama) dalarlar..."(Nisa Suresi, 91) buyurmaktadır.
Bu insanların fitneye bu derece açık kişiliklerinin temelinde, esasen şeytanın telkinine açık olmaları vardır. Allah'a iman ve itaatten uzaklaşan bu kişiler, Allah'ın "İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanın peşine düşer." (Hac Suresi, 3) ayetinde bildirdiği gibi şeytanın yolundan giderler. Ayette bildirilen "azgın-kaypak şeytanın peşine düşmeleri" ifadesi ise çok dikkat çekicidir. Çünkü bu kişiler, hayatlarının amacı yalnızca Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti olan Müslümanların arasında yaşarken, onlara benzemek ve Kuran ahlakına uymak imkanları varken, bile bile azgınlık yolunu tercih ederler. Allah bu durumlarını bir ayetinde "... Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır." (Araf Suresi, 146) şeklinde buyurarak bildirmektedir.
Bundan dolayıdır ki bu insanların zihinleri sürekli olarak şeytanın fısıltıları ve onun telkin ettiği vesveseler ile doludur. Allah'ın "(Şeytan) Onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez." (Nisa Suresi, 120)ayetinde bildirdiği şeytani vaatler, bu insanları Allah'ın yolundan çevirerek din ahlakından uzak bir hayat şekline çekmektedir. Dolayısıyla birtakım dünyevi kaygılar taşıyarak din ahlakını yaşamaktan uzaklaşıp cahiliye yaşantısını benimseyen bu insanlar, aslında şeytanın bu boş vaatlerine aldanan insanlardır. Allah bu gerçeği, "Şüphesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır." (Muhammed Suresi, 25) ayetinde de açıkça bildirir.
Vesveseye son derece açık olduklarından, cahiliye ahlakı içinde yaşayan insanlardan iş, evlilik, eğitim gibi çıkarlarına daha uygun olacağını düşündükleri bir teklif aldıklarında hemen ona yönelir, Allah'ı ve din ahlakını unuturlar. Oysa eğer bu teklifler Allah'ın rızasına uygunsa zaten Müslümanca bir ahlak göstererek de bu imkanı değerlendirebilirler. Ancak onlar, kendilerine din ahlakının yaşandığı ortamdan bir kaçış sebebi aradıkları için, bu vesileyle hemen Müslümanların arasından uzaklaşırlar. Benzer şekilde bu kişiler tatil, alışveriş, eğlence gibi konularda da yine cahiliye toplumunun telkinlerine çok açıktırlar. Eğlenceyi Allah'ın rızasına uygun olan bir işe ya da ibadete rahatlıkla tercih edebilirler. Peygamberimiz (sav) döneminde, bir eğlence gördüklerinde Peygamber Efendimiz (sav)'in yanından uzaklaşıp, cahiliye insanları ile birlikte boş işlere dalanların tavırları bu insanlarla büyük benzerlik göstermektedir. Allah bu kişilerin durumunu şöyle haber vermiştir:
Kuşkusuz bu insanların şeytanın aşıladığı fikirlere bu kadar açık olmaları Allah'ın bir hikmetidir ve bunda Müslümanlar için büyük hayırlar vardır. Çünkü kalbinde hastalık olan insanlarla Allah'tan korkan samimi insanlar bu vesileyle birbirinden ayrılmakta ve Müslümanlar bu insanları tanıyıp bilmektedirler. Allah bu gerçeği "Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler." (Hac Suresi, 53) ayetiyle haber vermektedir. Bir başka ayetinde ise Allah, "Bu, Allah'ın murdar olanı temizden ayırdetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehenneme atması içindir..." (Enfal Suresi, 37) şeklinde buyurmakta ve bunun Müslümanlar için ferahlık veren bir temizlik olduğuna işaret etmektedir.
Tavır ve Konuşmalarının Samimiyete Değil Taklide Dayalı Olması
Müslümanlar arasında olup da pasifizm yanlısı olan kişilerin en dikkat çekici özelliklerinden biri de, samimiyetsizlikleridir. Bu, konuşmalarında ve tavırlarında kolaylıkla fark edilebilen bir durumdur. Müslümanların arasında kendilerini dindar gibi gösterebilmek amacıyla bazı ibadetleri yerine getirir, Müslümanlar gibi tavırlar sergiler, onlar gibi konuşurlar. Fakat tüm bunları inandıkları için değil, Müslümanlar arasında yer edinebilmek için taklidi olarak yaparlar. Her hal ve tavırlarında Müslümanları taklit ettiklerinden, dışarıdan bakan bir insan ilk bakışta bu kişileri Müslümanlardan herhangi biri sanabilir. Bu kişiler Allah'ın, "İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar." (Ma'un Suresi, 4-6) ayetlerinde bildirdiği gibi namaz kılar, "İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir." (Tevbe Suresi, 54) ayetinde bildirildiği gibi mallarından ve paralarından ihtiyaç içinde olan insanlara göstermelik de olsa bazen yardımlarda bulunabilirler. Ancak yine ayetlerde açıkça görüldüğü üzere, Rabbimiz samimiyetsizlikleri nedeniyle onların ibadetlerini kabul etmeyecektir.
Şekli ibadetlerin yanı sıra Müslümanların tavır ve konuşmalarındaki pek çok ayrıntıyı da taklit edebilirler. Müslümanların bir konuyu dile getiriş biçimlerinden, kullandıkları üsluptan, oturup kalkmalarına kadar görünürdeki pek çok özelliklerini taklit edebilirler. Münafık karakterli insanların bu özelliklerini Allah Kuran'da "Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler..." (Münafikun Suresi, 4) ayetiyle haber vermiştir.
Oysa samimiyetin taklidi yoktur. Bir insanın görünürdeki özellikleri taklit edilebilir, fakat samimiyet tam olarak yaşanmadan kişinin gösterebileceği bir özellik değildir. Bu nedenle onların gerçek yüzlerini ancak müminler Kuran'ın kendilerine yol göstermesiyle hissedip görebilirler. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav) döneminde de din ahlakını yaşamakta kasten pasif davranan bu tip insanların olduğunu bildirir. Bu kişiler Müslümanları taklit ederek Hz. Muhammed'in (sav) yakın çevresine kadar girebilmişlerdir. Allah dilediği takdirde bu tarz insanları Peygamber Efendimize yüzlerinden tanıtacağını haber vermiştir:
Bu insanlar samimiyetsiz ve yapmacık tavırlarla kendilerini Müslüman gibi tanıtmaya çalışırlarken aslında içlerinde fırtınalar kopar. Kalben inanmadıkları, tasdik etmedikleri bir hayatı yaşamak, sürekli taklit yapmak zorunda olmak onlar için bir tür azaptır. Gösteriş için namaz kılmak, güzel söz söylemek, tevazulu görünmek, seviyormuş gibi yapmak, içinden gelmediği halde İslam'a faydalı çalışmalarda bulunmak dine ve Müslümanlara için için kin besleyen bu insanlar için hiç kolay değildir. Yine de çıkarlarına daha uygun olduğunu düşünerek; nefisleriyle çatışan bir ortam oluşana dek kendi kendilerine oluşturdukları bu sahte kimlikte yaşamaktan vazgeçmezler. Ancak nefislerini iyice zorlayan büyük bir zorlukla karşılaştıkları takdirde artık taklit yapacak güçleri kalmaz ve yavaş yavaş gerçek yüzleri ortaya çıkmaya başlar. Umdukları gibi çıkar elde edemediklerini gördüklerinde eskiden taklidi olarak yaptıklarını da yapmamaya ve kinlerini açığa vurmaya başlarlar.
Din ahlakını yaşamakta pasif davranan bu kişiler taklit yeteneklerini kimi zaman da üzerlerinden dikkati dağıtmak için kullanırlar. Özellikle yaptıkları samimiyetsiz tavırlar Müslümanlar tarafından anlaşıldığında, dikkatleri kendi üzerlerinden dağıtmak için duruma uygun gördükleri bir kişilik taklidinin arkasına sığınırlar. Yerine göre kendilerini saf, çocuksu, olayları kavrayamayan kişiler olarak tanıtır yerine göre de bunun tam tersi yırtıcı, kavgacı son derece ters ve saldırgan bir kimliğe bürünürler. Bunu yaparken akıllarınca Müslümanları aldattıklarını sanırlar. Oysa Allah'ı ve iman edenleri aldattığını düşünen kimse, yalnızca kendi kendini aldatmaktadır:
Yüzlerinin Nursuz Olması
Kendilerini Müslüman gibi tanıtmalarına rağmen aslında dine ve Müslümanlara karşı kin dolu olan insanların yüzleri samimi Müslümanlarda olduğu gibi temiz ve nurlu değildir. Allah Kuran'da Müslümanlar için "...onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir..." (Fetih Suresi, 29) buyurmakta ve yüzlerinden Müslüman olduklarının anlaşıldığına dikkat çekmektedir. Bir başka ayette ise, Müslümanların cennette de yüzlerinde aydınlık ve nurlu bir ifade olacağı şöyle bildirilmiştir: "Nimetin parıltılı sevincini sen onların yüzlerinden tanırsın." (Mutaffifin Suresi, 24)
Söz konusu insanların ise bunun tam aksine yüzlerindeki ifade son derece esrarengiz ve karanlıktır. Yüzlerinde samimi, güven telkin eden, aydınlık bir ifade oluşmaz. Bunun sebebi aslında bu insanların ruhlarında yaşadıkları karanlıktır. Kötülük tasarlamaları ve Müslümanlara yalan söylemeleri nedeniyle Allah bu insanların kalplerine sıkıntılı, huzursuz ve tedirginlik dolu bir karanlık çökertir. Kalplerindeki bu şiddetli baskı ise yüzlerine nursuzluk olarak yansır. Allah ayetinde bu insanların üzerlerindeki nursuzluğu şöyle bildirmiştir:
Peygamberimiz (sav) de bu tarz insanların nursuzluklarına dikkat çekmiş ve yalanlarından dolayı kalplerinin karardığını ifade etmiştir:
Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. (Muvatta, Kelam 18- 2, 990)
Gerçek bir Müslümanın yüzü ise, "Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır." (Yunus Suresi, 26) ayetinde bildirildiği gibi her zaman aydınlıktır, çevrelerindekilere de ferahlık verir. Ayette işaret edildiği gibi hayır ve güzellik yapanlara buna uygun güzel bir karşılık vardır. Söz konusu insanlara da yine kendi ahlaksızlıklarına uygun bir karşılık. Allah bir ayetinde dünyada yaptıklarından dolayı yüzleri kararan bu insanların ahirette de benzer bir durumda olduklarını bildirir:
Bu kişilerin bakışlarındaki bozukluğun ortaya çıktığı anlardan biri de, kendilerinde İslam'a hizmet etmelerinin istendiği veya kendilerince rahatlarının bozulacağını düşündükleri anlardır. Hz. Muhammed (sav) döneminde yaşayan benzer ahlaktaki insanlardan, Peygamber Efendimiz (sav)'le birlikte savaşa çıkmaları istendiğinde bakışlarında oluşan ifade bu durumun örneklerinden biridir. Ayette şöyle bildirilmiştir:
"Mallar ve Oğullar Hırsı" ile Din Ahlakından Taviz Vermeleri
Allah dünyada kullarını birçok konu ile imtihan etmektedir. Allah'ın dünyada yarattığı bu imtihan konularından biri de mal ve çocuk sahibi olma tutkusudur. Allah malların ve oğulların dünyaya ait geçici süsler olduğunu ayette şöyle bildirmektedir:
Bir hadisinde de Peygamberimiz (sav) bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir:
Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.
Rabbimiz, malların ve çocukların insanlar için bir fitne konusu olduğunu bildirmiştir. (Enfal Suresi, 28) Bu nedenle, müminler Allah'ın dünya hayatında kendilerine verdiği nimetlerin birer deneme olduğunu bilir ve buna göre davranırlar. Allah kendilerine nimet verdiğinde buna sevinir, şükreder ve bu nimeti Allah yolunda en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırlar. Eğer Allah mal verdiyse bu malı İslam'ın hayrı için en iyi şekilde kullanmanın yollarını bulurlar. Allah'ın kendilerine çocuk vermesi durumunda da, çocuklarını samimi bir mümin olarak yetiştirme konusunda ellerinden gelenin en fazlasını yaparlar. Tüm bunları yaparken her zaman Allah'ın rızasını öncelikli tutar ve hep İslam'ın hayrına olacak şekilde hareket ederler. Ayrıca eğer Allah kendilerine verdiği bu nimetleri bir sebeple onlardan alacak olsa, yine çok teslimiyetli ve tevazulu davranır, Allah'ın yarattığı herşeyde bir hayır olduğunu bilirler.
Kuran ahlakını yaşamak konusunda çekimser davranan kimseler ise, Allah'ın kendilerine nasip ettiği mallar ve çocuklar konusunda çok farklı bir tavır içerisine girerler. Mala karşı duydukları tutku ve düşkünlük, olaylara bakış açılarına tamamen yansır. Allah'ın kendilerine nasip ettiği malı dünya hayatının geçici bir süsü olarak değerlendirmedikleri için, sahip olduklarını sandıkları herşeyi hırsla korumaya çalışırlar. Bu korumacılık cimriliğe varan boyutlara ulaşır. Bu sırada sahip olduklarını kendilerine verenin Allah olduğunu akıllarına getirmez, türlü düzenler kurarak ellerinden geldiğince bunları kendilerine saklamaya çalışırlar. Allah onların bu cimriliklerini Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Kendilerine ait eşyaları özenle korur, ancak bir başka müminin malına hiç de kendilerininki gibi titizlenmezler. Kendi eşyalarına olan koruma duygusu onlarda bir nevi refleks gibi işler. Diğer kişilerin mallarına karşı ise titizlikten uzak, hatta müsrif denebilecek bir yaklaşım içinde olurlar. Bunları son derece hor kullanır, sağlam ve temiz kalması için itina etmezler.
Aynı tutumları kendileri ile ilgili diğer konularda da gösterirler. Kendi yemelerine, içmelerine, sağlıklarına çok itina eder ama müminlerin bu ihtiyaçları için hiçbir girişimde bulunmazlar. Bir insanın kendi sağlığını koruması, yemesine, içmesine dikkat etmesi, hastalanmamak için çaba harcaması son derece makul bir davranıştır. Ancak müminler Allah'tan korktukları ve vicdanlı oldukları için mümin kardeşlerini de kendileri kadar hatta kendilerinden çok daha büyük bir titizlikle koruyup kollar ve gözetirler. Allah müminlerin bu tavrını Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Ancak bu kişiler her zaman kendilerini öncelikli olarak koruyup kollar, hatta kendileri için müminlerin sağlığını tehlikeye atmaktan bile çekinmezler.
Bu kişilerin çocuklarına duydukları ilgi ve alaka ise Allah'a şirk koşma boyutlarına kadar varabilmektedir. Allah bir Müslümana bir çocuk nasip ettiyse, onun yapması gereken çocuğuna hayırlı ve temiz bir hayat sunmak, onun Allah'a iman eden samimi bir mümin olması için çaba harcamaktır. Ancak bu kişiler hem çocuklarının salih bir Müslüman olması için gereken özeni göstermez, hem de onları kendilerinin mücadeleden geri kalmalarına bir bahane olarak göstermek isterler. Allah Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde de münafıkların benzer şekilde kendi sosyal durumlarını öne sürdüklerini bildirmiştir:
Kıskanç ve Kibirli Olmaları
Allah her insana doğuştan birtakım özellikler ve yetenekler vermiştir. Bu özellikler var olan diğer herşey gibi, bir kader üzerine yaratılmıştır. Herkesin güzelliği, zekası, yetenekleri ve diğer tüm özellikleri Allah'ın dilediği kadardır. Bu açık gerçeğe rağmen bazı insanlar özelliklerini sahiplenirler. Büyük bir cehaletle, "... Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar..." (Furkan Suresi, 21) ayetinde haber verildiği gibi, bu özellikleri nedeniyle şımarır, kibirlenirler. Örneğin, kimi zaman unuttuğu için kurduğu cümlenin bile sonunu getiremeyen ve Allah dilemese asla da hatırlayamayacak olmalarına rağmen, sahip oldukları bilgi birikimini kendilerinden sanırlar. Ya da bunun aksine diğer insanlara nazaran daha kusurlu görünen bir yönlerini kompleks haline getirirler. Bu şekilde Allah'ın herşeyin yaratıcısı ve hakimi olduğunu unutarak, kendilerini müstakil birer varlıkmış gibi (Allah'ı tenzih ederiz) değerlendirirler. Onların bu çarpık mantıklarının temelinde ise enaniyet yatmaktadır. Oysa Allah tüm varlıklar gibi kendilerini de yoktan var etmiştir, onlar da tüm varlıklar gibi büyük bir acizlik içindedirler. Onların da tüm alemlerin de sahibi Allah'tır. Kendisi farkında olsun ya da olmasın Allah'a boyun eğmiştir ve O'nun dilemesi dışında tek bir adım atması, tek bir kelime dahi sarf etmesi mümkün değildir. Aklından geçen her düşünceyi, gizlediği veya açığa vurduğu her konuyu, duyduğu her acıyı, yaşadığı her sıkıntıyı, kalbine gelen her vesveseyi, ettiği her duayı, hissettiği her sevinci, mutluluğu, huzuru yaratan Allah'tır ve bunları tüm detayları ile bilir. Hud Suresi'nin 56. ayetinde bildirildiği gibi Allah'ın, '... alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur...'
Söz konusu kişilerin bu gerçekleri bildikleri halde görmezlikten gelmelerinin sebebini Allah ayetinde şöyle bildirir:
Müslümanlar bu kişileri sürekli olarak gerçeklere davet etmelerine rağmen, onlar Allah'ın "Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir..." (Lokman Suresi, 7) ayetinde haber verildiği gibi haktan yüzçevirirler. Kendi kendilerini gözlerinde öylesine büyütürler ki Allah'ın, "... Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." (Kamer Suresi, 24) ayetinde bildirdiği hem bir kibirlenme hem de samimi iman edenlere karşı kıskançlık içindedirler.
Müslümanları pasifize etmeyi amaçlayan kişiler kibirli ve kıskanç tavırları ile dikkat çeken insanlardır. Bu insanlar, kitabın başından beri belirttiğimiz gibi, Müslümanlara karşı kalplerinde öfke gizleyen ve onlara gelecek her türlü hayra engel olmayı hedefleyen kimselerdir. Müslümanların sahip oldukları güzellik ve nimetlerde bir artış olması bu insanlara ciddi bir sıkıntı verir. Müslümanlara karşı duydukları kıskançlık öyle bir aşamaya varır ki, müminlerin yaşadıkları yerlerin güzelleşmesi, sahip oldukları imkanların artması onlarda büyük rahatsızlık oluşturur. Hatta bu nimet artışı onları o kadar rahatsız eder ki bu sebeple aralarında fiziksel sıkıntılar çekenler dahi olur.
Allah, bu kişilerin müminlerin iyiliğine olan gelişmelerden duydukları rahatsızlığı, "Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: "Biz önceden tedbirimizi almıştık" derler ve sevinç içinde dönüp giderler." (Tevbe Suresi, 50) ayetiyle müminlere haber vermiştir. Küçük büyük, maddi manevi tüm güzelliklerin ve nimetlerin artması Müslümanlara şükür ve sevinç vesilesi olurken, bu insanların kıskançlıklarının daha da artmasına neden olur.
Allah'ın "... Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder..."(Bakara Suresi, 105) ayetinde bildirdiği gibi Müslümanların hayrını ve iyiliğini istemezler. Hatta istememekten de öte, "Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez..." (Al-i İmran Suresi, 120) ayetinde bildirildiği gibi, Müslümanların arasında yaşamalarına rağmen onlara kötülük isabet edecek olması ihtimalinden sevinç duyarlar. Bu ruh halleri onların gerçek niyetlerini gösteren açık bir delildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder